Şekerpare ve Kral TV

2023 Noel'i

Bugün harika demli bir bardak çay içtim. Ev yapımı yaprak sarması yanına bir kaşık yoğurt yedim. Pirinç pilavı yokmuş, kuru fasulyeyi bulgurla yemek zorunda kaldım. Yine de tadı nefisti. Yanına da Türkiye'den (ya da Almanya'dan) gelme ayran içtim. Her şey bitince bir an biri gelecek de çay alır mısınız diyecek diye bekledim. Kimse sormayınca, kasaya gidip küçük çay siparişi verdim. O esnada büfede sıra sıra dizili şekerpare gördüm. Şekerpare görmeyeli ve yemeyeli yıllar olmuştur. Nasıl da canım istedi. Çayın yanına bir tane de şekerpare koydurdum. Bunların hepsini de Türkçe yaptım. Ne dediysem anlayan, cevap veren, afiyet olsun diyen bir insanla muhattap olmak iyi geldi.

Duvara monte ekranda Kral Pop videolarına gözüm kaydı. Önce Gazapizm sonra Edis. Normalde bu kadar yüksek sesten, mekanın müzik zevkinin bana dayatılmasından huzursuz olurum, bugün ne çalsa zevkle dinlemeye hazırdım. Hatta etrafımdaki her şeyin, duvardaki nazar boncuğundan, buzdolabındaki Uludağ gazozuna Türkiye'den gelmiş olması ihtiyacım olan tek şeymiş gibi geldi. Aşırı pahalı olmasa bardak bardak harika demlenmiş çaylardan içebilirdim.

Eve yürürken çok mutluydum. Bu mutluluğun yalnızca yediklerimin lezzetinden gelmediğinin de farkındaydım. Şekerpare doğduğum şehrin tatlıcı dükkanlarının vitrinine götürüyor birkaç saniyelik bir ziyaret olsa bile. Babamla kapıda bekliyoruz, tulumba mı alsak şekerpare mi karar vermeye çalışıyoruz. Hava kararmış, evde yemek hazır. Annem kuru fasulye pilavı oldukça sık ve güzel yapıyor. Yanına turşu açıyoruz. O zaman turşuyu sevmiyorum, bana yalnız yoğurt yetiyor. Pilava karabiberi boca ediyorum. Akşam yemeğinden sonra ocağa çay koyma sırası geliyor. Hayatın akışındaki bunca detayı fark etmiyorum bile, benim için o kadar normal. 

Uzun yıllar sadece Kral TV izlediğimiz bir dönem vardı. Pop müziğin nabzını tutan kanaldı. Yeni çıkan klibe bir kez daha denk gelebilmek için sevmediğim onlarca şarkıya katlandığım olurdu. 

İnsan kendine ait, o günlerin gerçekliğini doğrulayan, kendinin o versiyonunun yok olup gitmediğini hissettirecek dükkanlar, lokantalar, bir köşeye oturup sessizce çay içebileceği çay evleri, radyosunda çalan şarkılarla eski diyarlara seyahat edebileceği mekanlar arıyor. Bu arayışının da çoğu zaman farkında olmuyor. Ayrı düşmek lazım anlamak için. 

Dün Chrismas vesilesiyle aile içinde harika yemekler yedim, alışık olmadığım tatlar denedim ve güzel sohbetler ettim. Bir tarafım dokuz-on yaşlarındaki hilal bu halimi görse geleceği için heyecanlanır, bayağı da şaşırırdı diye düşündüm. Ama Kral TV günlerini, şekerpare-tulumba akşamlarını, ona ait olan yerleri ve tatları da düşünüp özlerdi. 

Bugün neredeyse Türkiyedekiler kadar iyi yemekler yediğim lokantadan ayrılırken neden şu bir saat beni bu kadar mutlu etti diye düşündüm durdum. Güzel bir ülkede, iyi şartlarda göçmen olmanın bile anlaşılma ve ait olma hissini yok etmediğini görebiliyorum. Hala bir yanım rakı sofraları kurmak, türkü dinlemek, bizim çok güzel taşıdığımız ve başka ülkelerde örneklerini bulamadığım bazı alışkanlıklardan bahsetmek ve bunları anlayabilen insanlarla kendi dilimde konuşmak istiyor. Bu istek geldiğinde ya da yoğunlaştığında susturmamam, peşinden giderek doyurmam gerektiğini biliyorum. Aynı ben, bir Chrismas sofrasından iştahla konuşup çocukluğundan gelmeyen tatlıları fazla fazla yiyebiliyor. Sanırım ya biri ya diğeri olmamıza gerek yok. İkisinden de dengeli şekilde olabilmek en güzeli.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

Deniz Feneri - Virginia Woolf

''Sözcükler'' Jean- Paul Sartre