Kayıtlar

Ekim, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Life is not a journey

Resim
Sabah 6.20'de Dimitri'nin öpücükleriyle uyanıyorum. Dimitri öpüşmeyi burnunu uzatarak öğrendi. Burun temasına, zımpara kağıdından diliyle yalamaya bayılıyor. Her sabah; Dimitri lütfen beni 7'de uyandır diyorum yüksek sesle. Anlasın diye heceliyorum hatta. 40 dakikaya, şu iki servis bir öğle yemeği arası ofiste geçen hayatımda haddinden fazla değer veriyorum. Çekik gözleri şaşkın şaşkın bakıyor. Tepinmek, koşuşturmak, su içmek, koltuğuna kıvrılmak, gözlerinin uykuya yenik düşmesi döngüsünde yaşayan birinin anlaması zor. Ben de onun dört duvar arası, pencereden gri binalara açılan dünyasında nelere katlandığını anlayamam. Kendimizce sıkıntılı ve çekilmez hayatlarımızda garip gelse de bizi bu öpüşmeler kurtarıyor. 6.20'de gözümü karanlığa açtığımda, 7.30'a kadar aydınlanmayacağını bilerek bu karanlığın, nereye gittiğimi soruyorum kendime. Geçenlerde arkadaşım bir video gönderdi. Life is not a journey 'di adı. Sonu sandığın gibi bir yere varmayacak diyord

Sevgi Soysal ile ''Yürümek''

Resim
Tante Rosa dağınık odasında huzurla oturuyor Sevgi Soysal ile ''Tante Rosa'' kitabıyla tanıştım. Evini ikinci el eşyalarla dolduran Rosa'yı sevdim hemen. Rosa kendi halinde, utanmasız, pek tanımadığım birine benziyordu. Orta yaşlı bir akrabam olamayacak kadar ilgi çekiciydi benim için. Orta yaşlı kadınlar; iki çocuk, sona yaklaşılan ev kredileri, gömlek ütüsü, akşamdan kalan fasulyenin yanına pilav, meyve bıçağıyla getirilen elma demek benim için. Bunun dışına çıkmayı başaran kimse olmadı şimdiye kadar. Olsaydı benim de tante rosam olurdu muhtemelen. Bazen sever bazen kızar onu kimseye okutmadığım günlüklerime yazardım. Sevgi Soysal'ın, '' Tante Rosa'' dan sonra okuduğum ''Yürümek'' kitabında da aynı sıkıntıları görüp içinden atmak istediğini fark ediyorum. Ela ve Mehmet'in iki ayrı koldan ilerleyen hikayesinde Ela çoğumuzun çocuklukta karşılaştığı ayıp ve yasaklarla tanışıyor; iki vücudun 'ayıp' sınırlarınd

Ekim Yağmurları

Resim
Ekim yağmurlarında tüm boş zamanım evde geçiyor. Hafta sonu olduğunda sokakları unutuyorum. Islak asfaltlar, şeffaf şemsiyelerle yokuş aşağı yürüyen insanlar yalnızca bir görüntü. Mutfağın yarı açık penceresinden ekim soğuğunu unutturmamaya çalışan bir esinti doluyor içeri. Dışarıda olmasam da hissediyorum.  Bu ay okulda matematik öğrenilen, ıslak teneffüs aralarında mont giymeden kantine koştuğumuz aydı. Hava erken kararır, kasvetli günü bir an önce sonlandırmaya çalışırdı. Sabahın yedisinde ürpererek, neden yatağımda kalıp istediğim kitapları okuyamadığımı düşünürdüm okula yürürken. Bu ay içimizi yalnızlık hüznünün kapladığı aydı. Yağmurlu rüzgarlar her geçen gün daha sert çarpardı yüzümüze bu hüznü. Bu ay odamda oturma isteğimin zirve yaptığı aydı. Isıtılmış ve ışıklandırılmış kapalı mekanlar insan dolup taşardı. Tiyatro salonunun olduğu gençlik merkezine giderdik ailecek. Sekizdeki oyun başlamadan çay içerdik ortadaki masalarda. O zaman az da olsa sevdiğim bir aydı bu.  B