Kayıtlar

Kasım, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kuala Lumpur- Malezya

Resim
Malezya'ya 2019'un Mart ayında gittim. Güney Doğu Asya'ya ilk gidişim, en uzun uçak yolculuğumdu. Avrupa'dan farklı bir yer görme arzusundaydım ne zamandır. Farklı olacağını da biliyordum. Eve kafa karışıklığı ve hayranlık hissiyle döndüm (en çok kafa karışıklığı) İkiz Kuleler, en uzun ve en çok turist çeken binalar. Etrafı AVM dolu. Tek ve en fazla yeşillik de yine bu havuzlu meydanda. Beton, gökdelen, dev ağaçlar ve yeşillik iç içe. Bu görüntü şahit olduğum Malezya'yı özetliyor.  Akşam olunca meydandaki dev havuzda müzikli ve ışıklı bir şov başlıyor. Şovun başlama saatleri belli. İnsanlar ona göre alışverişlerini bırakıp havuz başındaki yerlerini alıyorlar.  Aynı zamanda böyle dev ağaçların olduğu bir meydan. Kökleri topraktan fışkırmış. Muson yağmuru şaheseri. İnsan kendini fantastik bir filmde zannediyor. Sanki o koca dal ayaklardan biri biraz aralanacak ve ben yalnızca ağaçların ve hayvanların olduğu bir dünyada buluvereceğim kendimi. De

Malmö/ İsveç

Resim
Bir Cumartesi sabah bir yere gideyim, bir şeyler yapayım hissiyle uyandım. Ben olmanın en zor yanı bu. Kalbimin yaptığı planlara zihnimin akılcı yaklaşımlar bulmaya çalışması. Malmö'nün Kopenhag'a iki ülkeyi bağlayan ve sadece 40 dakika süren bir mesafede olduğunu duymuştum. İnternetten tren saatlerine baktım. Her 20 dakikada bir var. Çantamı toparlayıp çıktım. En sevdiğim şey seyahate yalnız çıkmak. Başkasıyla büyü bozuluyor. Sohbet etmek, gidilecek yerleri birlikte planlamak zorunluluğu tasarılarımı suya düşürüyor. Kaybola kaybola gezmeyi seviyorum. Bir anda kendimi alakasız bir yerde bulmayı, içgüdülerimi dinleyerek sokaklara dalmayı, yanımda ''neden şimdi buraya geldik'' diyecek kimsenin olmamasını seviyorum. Ben kendime asla neden şimdi buraya geldik demiyorum. Garip sokaklara girmiş, alakasız bir yerden çıkmışsam aynı yolu geri yürüyüp bir şey olmamış gibi davranıyorum.  Malmö'ye de araştırmadan geldim. Bir müze bulacağım diye haritaya baka baka,

Asla Yalnız Yürümeyeceksin

Resim
Küçükken elime kitabımı alıp bir odaya kapanmaya, rahatsız edilmeden saatlerce kitap okuyabilmeye bayılırdım. Dışarıda merak ettiğim bir hayat vardı. Seyahate gidenler, arabalarına atlayıp şehirler arası gezinenler, birinden izin almaya ihtiyaç duymadan plan yapabilenler, kendi hayatı hakkında karar verme yetisi olanlar. Bir gün öyle olacağıma inanıyordum. Heyecanla o günü bekliyordum. O gün gelene kadar sahip olduğumdan başkasını yaşamama imkan veren tek şey okumaktı. Televizyonda üç beş aynı dizi, internet yok. Evde bir küçük kitabın arasında bana verilen vaadler, onların yaşadığına benzer aşkları, arkadaşlıkları ve başarıları yaşayacağıma dair inancım küçük bir odada okulumdan başkasını görmeden yaşayıp gidişimi çekilir kılıyordu. Bir gün hepsinin olacağına yürekten inanıyordum. Çılgınlıklar yapacak, aşık olacak, ülke ülke gezecek, ne iş yapıyorsam onda başarılı olacak, ama deli dolu maceralı bir hayat yaşayacaktım.  Mehmet Rauf'tan Eylül'ü okumuştum, aklımda en çok o

Chapter I -Karanlığa Karşı Savaş

Resim
Hava 15.30'da kararmaya başladı. Sabah puslu bir güne uyanıyorum. Buna hazırlıklıydım. Kendime kim bilir kaç kez tembihlemişimdir. Yine de yorgun hissediyorum. 16.00 olmadan işten çıkıyorum, uykum geliyor. Vücudum henüz, karanlık havanın gece demek olmadığını anlayamadı. Kütüphaneye gidiyorum. Çantamda en sevdiğim kitap. Yazamazsam okuyacağım.Mutlaka bir şey yapacağım. Bir saat, ekranın ardından insanlara bakarak oturuyorum. Bu kadar hararetle, neyle meşgul olduklarını merak ediyorum. Vizelere mi çalışıyorlar. Takatim olsa uydurmayı deneyeceğim. Yok. Masada gözlerim kapanıyor. Toparlanıp eve dönüyorum.  Depresyona uzak bir yapım var. Dert tasada iki gün boğulur, üçüncü gün fıldır fıldır yeni planlarımı yapmaya başlarım. Odamdaki kitapları düzenlerim, heves ettiğim Çin yemeğini yapmaya çalışırım, müzeleri araştırır, liste çıkarırım.Derdimi kederimi yazar, sayfayı gülerek kapatırım. Hayal kurarım. Olur olmadık, saçma sapan, herkes gibi kendime sakladığım hayaller. Yine de onla

Hans Christian Andersen was here

Resim
Planlamadığım halde, bir eğitim sebebiyle kendimi Danimarka'nın yaklaşık 150 binlik nüfusuyla üçüncü büyük şehri olan Odense'de buldum. Odense, tek katlı renkli evlerden, bol bol yeşillikten, Hygge kültürünü yansıtan, kafe, bar ve restoranlardan oluşan güzel bir şehir.  Daha ilk adımda Andersen'in varlığı göze çarpıyor. hem onu çok sevip onunla gurur duyuyor hem de Prag'ın Kafka'ya, Lizbon'un Pessoa 'ya yaptığı gibi hayallerinden, yaratıcılığından ve ününden yararlanıyorlar.  Andersen müzesine ve çocukluğunu geçirdiği eve giden yol Şehirde birbirine iki sokak yakınlıkta bulunan Andersen'le ilintili iki bina var. Biri iki katlı, renkli Andersen müzesi. Müzede kronolojik sırada yazarın hayatı ve işleri özetlenmiş. Diğeri, tek katlı, alçak tavanlı sarı bir ev. Hans Christian yoksullukla geçen çocukluğunun bir kısmını bu evde geçirmiş. Asıl müze gezildikten sonra çocukluk evini görmek daha mantıklı olur. Aksi halde çocukluk evi, üç-be

Keşke iki hayat hakkım daha olsaydı

Bugünlerde kendimi sürekli, yapmak istediğim yeni şeyleri düşünürken, hatta düşünme aşamasını geçmiş araştırırken buluyorum. Tek bir hayatla merakımın hepsini asla gideremeyeceğimi anladım. Önceden, eski işime gitmek için serviste geçirdiğim yarım saatte, insanları izler, nasıl bir hayatları olduğunu tahmin etmeye çalışırdım. Her birinin kafamda kurduğum düzenine özenirdim. Birinin yeni çocuğu olmuştu, iki hafta serviste görünmemişti, çocuğunu ve karısını merak etmiştim. Diğeri hep renkli çoraplar giyiyor, fırsat buldukça kedisinden bahsediyordu. Evinin içini hayal ediyor, onunla arkadaş olmanın, böylece kedilerini görebilmenin tasarılarını yapıyordum. Bir kelime konuşmadan güzel ve mutlu hayatlar yaşadığına kanaat getirdiğim bu insanların seçimleri üzerine düşünüyordum. Daha sonra kendimi onların yerinde hayal ediyordum. Bu düşünceler kulağa geldiği gibi bir oyun etkisi yaratmasından çok huzursuz ediciydi. Birçok şeyi aynı anda istemek, hayal etmekle kalmayıp araştırmak için saatler