Kayıtlar

Şubat, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bizim Organik Olmayan Köyümüz

Resim
   Geçen gün gittiğim kafede, yan masamda iki genç kadın oturuyordu. Tatil için bir Ege kasabasına gitmişler, dönüşte de bir köyden geçmişler. Köy harikaymış, tek katlı bahçeli evlerle doluymuş, hatta bir evden tavuk sesi duymuşlar.   İnanabiliyor musun bahçelerinde tavuk geziniyor, dedi biri gülerek. Diğeri de, Hadi ya, çok harikaymış, diye cevapladı. Vay be diye düşündüm ben de. Keşke şu tavuklar babaannem ile dedemi görmek için yaz tatilinde ben köye sürüklendiğimde de popüler olsalardı. Birini boynundan yakalayıp yanak yanağa fotoğraf çekilseydim sonra da instagrama koysaydım. Ona Hayriye adını verseydim. Hayriye ile birlikte bizim köyün kırsal bağrından organik yumurtalı, gezen tavuklu eko köylere açılsaydık. Hayriye bu meseleye şaşırıp, gezmeyen tavuk mu olur Allasen deseydi. Ben de, Hayriye bu uzun bir mesele, kapitalist dünyanın canımızı sıkmasına izin vermeyelim, deseydim.    Ama instagram yoktu, o yüzden ben de tavukların hepsine tavuk, bir iki horoza horoz, ahırın k

Et si tu n'existais pas

Resim
Et si tu n'existais pas Dis-moi pourquoi j'existerais Pour traīner dans un monde sans  Sans espoir et sans regret Et si tu n'existais pas J'essaierais d'inventer l'amour Comme un peintre qui voit sous ses doigts Naītre les couleurs du jour Et qui n'en revient pas Bu şarkıyı ilk dinlediğimde, demek geçmiş zaman böyle çekiliyor, amma zor dil diye düşünmüştüm.  Çile bu çile dedim  sık sık. Anneme dedim, sevgilime, babama, kendi kendime konuşurken yanımdan geçen adama. Beni neyle sınıyor,nasıl bu  dili sular seller gibi bilmemi istiyorlardı. İçimden sürekli küfrediyordum. (Ama içimden.) Sorulara madame diye cevap veriyorum. Madame şöyle oldu, madame böyle oldu.  İki hazırlık hocamız vardı, Martine ve Corine. Martin diye okunan Martine'in kadın olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğramıştım.  Ders aralarında, bu en basit cümleleri anlamaktan aciz olduğumuz dilde sosyolojiyi, ekonomiyi ve tarihi nasıl olup da anlayacağımıza akıl erdiremiyorduk.

Bundan yaklaşık iki buçuk yıl önce

Resim
Bundan yaklaşık iki buçuk yıl önce televizyonlu bir ofiste çalışıyordum, penceremin karşısında çiçekli böcekli bir anaokulu vardı. Ofisin kliması gün aşırı bozulur, fırsattan istifade ısıtıcının önünde kitap okurdum Bundan yaklaşık iki buçuk yıl önce telefonları 1481 diye açardım, 1841, hatta 1789 dediğim de olurdu. Bir gün orta kulak iltihabı olmuştum, Konya'ya gidecektim, doktor uçağa binmek yasak demişti. Bana sürekli, ''Siz İstanbul Erkek Lisesi mezunu musunuz?'' diye soran doktordu. Yılın farklı zamanlarında en az üç kez hayır demiştim. Geçen ay yine o doktora gittim. Yine aynı soruyu sordu. Olmam gerekiyorsa olabilirim, dedim. Duvarları lise fotoğrafı doluydu;sarı-siyah. Sonra boynumda anneannemin ördüğü atkımı fark ettim; sarı, beyaz, siyah. Senelerdir boynumdan çıkarmamışım. Adama hak verdim. Yaklaşık iki yıl bir ay önce Galatasaray'ın Karabük deplasmanındaydım. İstanbul'dan on saat sürmüştü otobüs. Safranbolu'da bir konak-otelde kalacaktı ta

Kapıya asılı biberler

Resim
Capharnaüm*'ün afişinde ''Baş döndürücü bir film'' yazıyordu, ''Sarsılmaya hazır olun!'' Böyle iddialı cümleler beni işkillendirir. Savaş, kan, ölümcül bir hastalık, kör göze parmak bir senaryodan şüphelenirim. Sinemanın alametifarikası değil midir usulca sezdirmek, değmeden dokunmak, büyük laflar etmeden derinin altına işlemek. Yıllar önce Jane Campion'un ''The Piano'' filminde karşılaştım ilk, belki sinemayla gerçek tanışıklığım dahi o güne dayanır. Bir kadının çorap deliğine dokunan bir erkek parmağı 'sinema tarihinin en erotik sahnesi' denilen sahneyi yaratıyordu. Ne bir öpüşme, ne çıplaklık. Bir parmak ucu dokunuşu kadınla adamın dayanılmaz çekimini iliklerime kadar hissettirdi. O gün fark ettim, işin en zor kısmı buydu. Göstermeden göstermek. Capharnaüm'ün en vurucu tarafı, bu göstermeden göstermek işini iyi kıvırıyor olması. Üstelik Orta Doğunun yoksul bir bölgesini, derme çatma gecekondularda, çok çocukla