Kayıtlar

2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kendi Tarafını Tutmak

Resim
Yeni yıl apar topar geldi. Geçen sene aldığım kararlarda aşamalar kaydederken yolda yine beklemediğim çok şey buldum.  İstediğim gibi olmayan işlerde kendime çok yüklendim. Ne çok '' böyle olmaması gerekiyordu'' diye düşündüğümü fark ettim. Birkaç aydır bu cümleyi hayatımdan atmaya çalışıyorum. İnsan kendi tarafını tutmalı diye düşünmeye başladım. Bazı işler istediği gibi gitmediğinde, böyle olmamalıydı demek yerine, olduğu haliyle barışmalı. Kendimi eleştiren olmaktansa, moral veren, yine de iyisin diyen olmayı denedim. Başkaları için sık sık yaptığımı bir kez de kendime yaptım.  Bir dile konsantre olunca diğerini unutuyorum. Fransızca okuyup dinlersem İngilizcem bozuluyor, İngilizceye yüklenirsem Fransızcam uçup gidiyor. Önceden hep Fransızcayı koruyup kollardım. En sevdiğim yazarların dili, filmlerin ritmiydi.  Buraya geldiğimden beri kendimi bu konuda yerden yere vurup çok yorduğumu nihayet anladım. Bazen o kadar çok şeyi aynı anda istiyorum ki hepsine çaba

JULE

Resim
Yine aynı anda onlarca şey yapmayı arzuladığım bir dönemdeyim. Üç farklı Sivil Toplum Kuruluşu'na gönüllülük başvurusunda bulundum. Haftada dört saat onlarla çalışacağıma dair gönüllülük sözleşmesi imzalamam gerekiyor. Gönüllülüğün çok ciddiye alındığı ve hayli yaygın olduğu bir ülke. Birini tercih etmem gerekecek.  Danca kursuna kayıt olmaya karar vermiştim. Araştırmamı yaptım, her hafta bir günümü de ona ayırmam lazım. Aslında Danca'ya hiç ihtiyacım olmuyor. Bazen trende insanların ne konuştuğunu anlayabilmeye heves ediyorum sadece. Önceden, benim hiç ilgilenmediğim bir konuda şakalar yapıp gülen insanlara denk gelince dinlerdim, ruh halim bir anda değişirdi. Duyduğum güzel cümleleri aklımda tutmaya çalışırdım. En güzel cümleleri Beşiktaş Kadıköy vapurunda duyardım. Benim o sıralarda izlediğim bir filmden konuşurdu bazen bir çift. Fark etmediğim bir ayrıntıyı yakalardım. Yıllar önce, çok gergin ve yorgun bir anımda denk geldiğim bir telefon konuşmasını hala dün gi

IT IS OK TO...

Resim
Son yıllarda farklı vesilelerle bana en çok sorulan soru çok kültürlü bir ortama uyum sağlayıp sağlayamayacağımdı. Bu soruya hiç düşünmeden evet cevabı veriyordum. Farklı uluslardan bir sürü arkadaşım oldu, yurt dışında çalışma tecrübem var diyordum. Buna yürekten inanıyordum da. Meğer çok kültürlülük nedir bilmiyormuşum. Bir Yunan, bir Fransız, bir Rus arkadaşım olduğunda, onlarla ortak bir dilde konuşabiliyorum diye  kendimi uluslararası ortam tecrübesi var zannetmişim.  Bugünlerde çok kültürlülük üzerine düşünüyorum. Slovenya, Norveç, Fransa, Avusturya, Moldova, Ispanya, Rusya, Avustralya, Bulgaristan, Hollanda, Estonya ve Danimarka'dan gelmiş on yedi kişiyle haftanın 35 saati açık bir ofiste çalışıyorum. Bazen kafamı kaldırıp çalışma şekillerine, kendilerini nasıl ifade ettiklerine, rahatsız oldukları bir konuyu nasıl dile getirdiklerine bakıyorum. Bir rahatsızlığı dile getirmenin bir ya da iki yolu var sanırdım. On farklı yolu olduğunu gördüm. Beşine şaşırdım, ikisini do

Kuala Lumpur- Malezya

Resim
Malezya'ya 2019'un Mart ayında gittim. Güney Doğu Asya'ya ilk gidişim, en uzun uçak yolculuğumdu. Avrupa'dan farklı bir yer görme arzusundaydım ne zamandır. Farklı olacağını da biliyordum. Eve kafa karışıklığı ve hayranlık hissiyle döndüm (en çok kafa karışıklığı) İkiz Kuleler, en uzun ve en çok turist çeken binalar. Etrafı AVM dolu. Tek ve en fazla yeşillik de yine bu havuzlu meydanda. Beton, gökdelen, dev ağaçlar ve yeşillik iç içe. Bu görüntü şahit olduğum Malezya'yı özetliyor.  Akşam olunca meydandaki dev havuzda müzikli ve ışıklı bir şov başlıyor. Şovun başlama saatleri belli. İnsanlar ona göre alışverişlerini bırakıp havuz başındaki yerlerini alıyorlar.  Aynı zamanda böyle dev ağaçların olduğu bir meydan. Kökleri topraktan fışkırmış. Muson yağmuru şaheseri. İnsan kendini fantastik bir filmde zannediyor. Sanki o koca dal ayaklardan biri biraz aralanacak ve ben yalnızca ağaçların ve hayvanların olduğu bir dünyada buluvereceğim kendimi. De

Malmö/ İsveç

Resim
Bir Cumartesi sabah bir yere gideyim, bir şeyler yapayım hissiyle uyandım. Ben olmanın en zor yanı bu. Kalbimin yaptığı planlara zihnimin akılcı yaklaşımlar bulmaya çalışması. Malmö'nün Kopenhag'a iki ülkeyi bağlayan ve sadece 40 dakika süren bir mesafede olduğunu duymuştum. İnternetten tren saatlerine baktım. Her 20 dakikada bir var. Çantamı toparlayıp çıktım. En sevdiğim şey seyahate yalnız çıkmak. Başkasıyla büyü bozuluyor. Sohbet etmek, gidilecek yerleri birlikte planlamak zorunluluğu tasarılarımı suya düşürüyor. Kaybola kaybola gezmeyi seviyorum. Bir anda kendimi alakasız bir yerde bulmayı, içgüdülerimi dinleyerek sokaklara dalmayı, yanımda ''neden şimdi buraya geldik'' diyecek kimsenin olmamasını seviyorum. Ben kendime asla neden şimdi buraya geldik demiyorum. Garip sokaklara girmiş, alakasız bir yerden çıkmışsam aynı yolu geri yürüyüp bir şey olmamış gibi davranıyorum.  Malmö'ye de araştırmadan geldim. Bir müze bulacağım diye haritaya baka baka,

Asla Yalnız Yürümeyeceksin

Resim
Küçükken elime kitabımı alıp bir odaya kapanmaya, rahatsız edilmeden saatlerce kitap okuyabilmeye bayılırdım. Dışarıda merak ettiğim bir hayat vardı. Seyahate gidenler, arabalarına atlayıp şehirler arası gezinenler, birinden izin almaya ihtiyaç duymadan plan yapabilenler, kendi hayatı hakkında karar verme yetisi olanlar. Bir gün öyle olacağıma inanıyordum. Heyecanla o günü bekliyordum. O gün gelene kadar sahip olduğumdan başkasını yaşamama imkan veren tek şey okumaktı. Televizyonda üç beş aynı dizi, internet yok. Evde bir küçük kitabın arasında bana verilen vaadler, onların yaşadığına benzer aşkları, arkadaşlıkları ve başarıları yaşayacağıma dair inancım küçük bir odada okulumdan başkasını görmeden yaşayıp gidişimi çekilir kılıyordu. Bir gün hepsinin olacağına yürekten inanıyordum. Çılgınlıklar yapacak, aşık olacak, ülke ülke gezecek, ne iş yapıyorsam onda başarılı olacak, ama deli dolu maceralı bir hayat yaşayacaktım.  Mehmet Rauf'tan Eylül'ü okumuştum, aklımda en çok o

Chapter I -Karanlığa Karşı Savaş

Resim
Hava 15.30'da kararmaya başladı. Sabah puslu bir güne uyanıyorum. Buna hazırlıklıydım. Kendime kim bilir kaç kez tembihlemişimdir. Yine de yorgun hissediyorum. 16.00 olmadan işten çıkıyorum, uykum geliyor. Vücudum henüz, karanlık havanın gece demek olmadığını anlayamadı. Kütüphaneye gidiyorum. Çantamda en sevdiğim kitap. Yazamazsam okuyacağım.Mutlaka bir şey yapacağım. Bir saat, ekranın ardından insanlara bakarak oturuyorum. Bu kadar hararetle, neyle meşgul olduklarını merak ediyorum. Vizelere mi çalışıyorlar. Takatim olsa uydurmayı deneyeceğim. Yok. Masada gözlerim kapanıyor. Toparlanıp eve dönüyorum.  Depresyona uzak bir yapım var. Dert tasada iki gün boğulur, üçüncü gün fıldır fıldır yeni planlarımı yapmaya başlarım. Odamdaki kitapları düzenlerim, heves ettiğim Çin yemeğini yapmaya çalışırım, müzeleri araştırır, liste çıkarırım.Derdimi kederimi yazar, sayfayı gülerek kapatırım. Hayal kurarım. Olur olmadık, saçma sapan, herkes gibi kendime sakladığım hayaller. Yine de onla

Hans Christian Andersen was here

Resim
Planlamadığım halde, bir eğitim sebebiyle kendimi Danimarka'nın yaklaşık 150 binlik nüfusuyla üçüncü büyük şehri olan Odense'de buldum. Odense, tek katlı renkli evlerden, bol bol yeşillikten, Hygge kültürünü yansıtan, kafe, bar ve restoranlardan oluşan güzel bir şehir.  Daha ilk adımda Andersen'in varlığı göze çarpıyor. hem onu çok sevip onunla gurur duyuyor hem de Prag'ın Kafka'ya, Lizbon'un Pessoa 'ya yaptığı gibi hayallerinden, yaratıcılığından ve ününden yararlanıyorlar.  Andersen müzesine ve çocukluğunu geçirdiği eve giden yol Şehirde birbirine iki sokak yakınlıkta bulunan Andersen'le ilintili iki bina var. Biri iki katlı, renkli Andersen müzesi. Müzede kronolojik sırada yazarın hayatı ve işleri özetlenmiş. Diğeri, tek katlı, alçak tavanlı sarı bir ev. Hans Christian yoksullukla geçen çocukluğunun bir kısmını bu evde geçirmiş. Asıl müze gezildikten sonra çocukluk evini görmek daha mantıklı olur. Aksi halde çocukluk evi, üç-be