''Sözcükler'' Jean- Paul Sartre

Jean Paul Sartre'ın hayatı, geçmişi, onu Sartre yaptığını düşündüğüm ne varsa hepsiyle büyük bir merak konusudur benim için. Bunda hem varoluşculuk felsefesine duyduğum ilginin hem de kitaplarından değişik bir haz almamın etkisi var. 

''Sözcükler''e bir kitap fuarında denk geldim. Sartre'ın kendi kaleminden çocukluğunu anlattığını söyledi standın başındaki adam. Ben bu kitabı nasıl atlamışım! Okumak için hızlıca eve koştum. 
Sartre'ın çocukluğu

Burada kitabı bilmişlikle eleştirmeye, analiz etmeye çalışmayacağım. Bunun zaten beni aşan bir çaba olacağının farkındayım. Sartre'ın felsefesine, hayatına ve eserlerinin özüne hala istediğim kadar yakınlaşamadım. Tekrar okumam, üzerine düşünüp yazmam gereken kitapları hala kitaplıktan bana bakıyor. Onun yazdıklarını bitirdikten sonra üzerine düşünüp bir şeyler karalamadıkça Sartre okudum demek çok zor. 

''Sözcükler''den aklımda kalanları sırf bu amaçla sıcağı sıcağına yazmak istiyorum. 

Kitap;  ''Okumak'' ve ''Yazmak'' olarak iki bölüme ayrılmış. Sartre ilk bölümde okuma tutkusuna nasıl kapıldığını, ikincisinde ise yazma serüvenini detaylarıyla anlatıyor. 

Sartre'in gelişiminde derin izler bırakan büyükbabası Charles Schweitzer ile ilk bölümde tanışıyoruz. Otoriter, tek bir bakışıyla ailedeki kadınlara dediğini yaptıran, korku duyulan bir adam. 

Anne- Marie, kocası ölünce 20 yaşında, oğlu Jean- Paul ile yalnız kalır ve babasının evinde yaşamaya başlar. Büyükkanne Louise katı, gelenekçi, Sartre'ın deyişiyle ailede onun kutsal çocuk olduğuna inanmayan ve ona apaçık sevgi göstermeyen tek kişidir.

Sartre'ın anne ve babası
Sartre annesi Anne- Marie'yi, kitap boyunca sessiz, ürkek, ailesini rahatsız etmekten korkan, babasının otoritesi altında ezilen, dul bir kadın olarak eve dönmüş olmanın utancını taşıyan bir kadın olarak anlatır. Hatta çoğu zaman onu annesi değil, büyüdüğünde onu korumaya söz verdiği  ablası, bir türlü saygı duyamadığı, evin işlerini gören hizmetkar olarak benimsediğini söyler. 
Ancak kitabın bazı bölümlerinde de Anne Marie ile oğlu Sartre'ın yalnızca ikisinin anlayabildiği bir dili olduğu, beraberken eğlendikleri anlaşılıyor. Anne- Marie ev işleriyle uğraşan ama bir yandan da piyanosunda Chopin çalan bir kadın. Büyükanne Louise'in de elinden kitap düşürmediğini, okuma seansları olan bir kadın olduğunu görüyoruz.

Sartre hem babasız hem ürkek ve edilgen bir anne ile büyüdüğü  için otorite nedir bilmez. Tüm aile ilgisini ona yöneltmiştir. Büyükbaba Charles başkalarına göstermediği yumuşaklığı ve anlayışı Sartre'a gösterir. Sartre okumayı erken yaşta, büyükbabasının büyülenerek bahsettiği kütüphanesinden gizlice okuduğu kitaplardan öğrenir. En ağır kitapları 8-9 yaşlarında okumaya çalışır.

'' Ben hayatıma nasıl başladımsa öyle öleceğim kuşkusuz; hep kitapların arasında. Büyükbabamın çalışma odasında her tarafta kitaplar vardı; onların ancak ekim ayından bşraz önce yılda bir kere tozunun alınmasına izin veriliyordu. Daha okumayı öğrenmeden, onlara ilişkin düşler kuruyordum...''

Çocuk Sartre'ın kitaplarla çok erken başlayan ilişkisini ilk bölümde fazlaca görüyoruz.

''Misafirlerimiz gittiği zaman tek başına kalıyordum; bu can sıkıcı mezarlıktan kaçacak ve hayata, kitapların çılgınlığına kavuşacaktım. Bu kitaplardan birini açmam, onda tedirgin edici ve insanlıkdışı düşünceleri bulmama yetiyordu ve bu düşüncelerin şatafatı ve karanlık yanları anlayış gücümü aşıyordu. Bir fikirden ötekine atlıyordum ve bu öylesine hızlı gerçekleşiyordu ki, bir sayfada belki yüz kere ipin ucunu kaçırıyordum...''

Ancak yazma konusunda büyükbabası Sartre'ı desteklemez hatta ona bir deha sahibi olmadığını sözleriyle hissettirir. 

'' ... Kısacası büyükbabam beni edebiyata ondan vazgeçirmek için harcadığı çaba yüzünden atmıştı; öylesine ki, bugün bile kötümser olduğum anlarda, bunca gün ve geceyi harcamamın , bu kadar sayfayı mürekkebimle çiziktirmemin, kimse istemediği halde bunca kitabı yayınlayıp ortaya sürmemin nedeninin, büyükbabamın hoşuna gitmeyi amaçlayan biricik ve delice umut olup olmadığını sorarım kendime.''

Sartre Tanrı ile ilişkisine de değinmiş. Ailesi dindar olmasa da Katolik olarak vaftiz edildiğini, bu sayede  özgür ve normal olabildiğini söylüyor.

Anne- Marie'nin Sartre'a bir büyük katkısı da onu sinemaya götürmektir. İlk defa sinemaya giden Sartre gördüğü siyah beyaz ve sessiz filmler karşısında büyülenir. O kadar etkilenir ki eve döndüğünde sinemada gördüklerinin benzerlerini yazmaya çalışır. Bu büyülü dünya Sartre'ın hayalgücünü tetiklemiştir. Çocukken keşfettiği sinemadan şöyle bahseder:

'' ... Sinema, kendisinde henüz eksik olan şey için adeta sapıklıkla sevdiğim belli belirsiz bir görünümdü...''
'' ... Mutluluktan uçuyordum! Yaşamak istediğim dünyayı bulmuştum; mutlakla ilişki halindeydim. Işıklar yeniden yandığı zaman da ne kadar büyük bir rahatsızlık duyuyordum.!''



Sartre yazmadan bir gün geçirmediğini söyler. Ancak çocukluğundan beri yazmak için yeteneği olmadığını düşündüğü zamanlar olmuş,özellikle çocukken yazdıkları başta annesi ve aile üyeleri tarafından heyecanla karşılanıp büyük bir hayal gücünün ürünü olarak görülüyorken büyükbabasının yazdıklarına kayıtsız kalmasına içerlemiştir. 

''... Ama önemli değil , yazıyorum ve gene de kitaplar yazacağım; onlara ihtiyaç var; yine de aynı şekilde işe yarıyorlar. Kültür hiçbir şeyi ve hiç kimseyi kurtarmaz, bir şeyi haklı da çıkarmaz. Ama insanın bir ürünüdür o ve insan ona yansıtır kendini ve onun arıcılığıyla ve onda kendini görüp tanır; bu eleştirel ayna insana imgesini gösterir ancak.''




'' ... Kendimi hiçbir zaman bir ''yeteneğin'' mutlu sahibi olarak görmedim. Biricik ilgi duyduğum şey kendimi kurtarmaktı, hem de elimde ve cebimde hiçbir şey olmadan, yalnızca çalışmayla ve inançla kurtarmak...''

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf