Kapıya asılı biberler



Capharnaüm*'ün afişinde ''Baş döndürücü bir film'' yazıyordu, ''Sarsılmaya hazır olun!'' Böyle iddialı cümleler beni işkillendirir. Savaş, kan, ölümcül bir hastalık, kör göze parmak bir senaryodan şüphelenirim. Sinemanın alametifarikası değil midir usulca sezdirmek, değmeden dokunmak, büyük laflar etmeden derinin altına işlemek.
Yıllar önce Jane Campion'un ''The Piano'' filminde karşılaştım ilk, belki sinemayla gerçek tanışıklığım dahi o güne dayanır. Bir kadının çorap deliğine dokunan bir erkek parmağı 'sinema tarihinin en erotik sahnesi' denilen sahneyi yaratıyordu. Ne bir öpüşme, ne çıplaklık. Bir parmak ucu dokunuşu kadınla adamın dayanılmaz çekimini iliklerime kadar hissettirdi. O gün fark ettim, işin en zor kısmı buydu. Göstermeden göstermek.
Capharnaüm'ün en vurucu tarafı, bu göstermeden göstermek işini iyi kıvırıyor olması. Üstelik Orta Doğunun yoksul bir bölgesini, derme çatma gecekondularda, çok çocukla hayatta kalmaya çalışan bir ailede, 12 yaşında bir çocuğun gözünden anlatma işine kalkışmışken.
Hikayenin özü Zain'in yaşadıkları. 12 yaşında bir çocuk olan Zain, onu hayata getirdikleri için anne babasına dava açıyor. Hakim'in önünde geçmişe dönen bir anlatıyı takip ediyoruz. Bir çocuğu hayatta olmaktan bu derece nefret ettiren ne olabilir?
Zain, 11 yaşında ilk reglinden sonra mahallenin bakkalıyla evlendirmeye çalışılan kardeşi Sahar'ı korumak için kaçış planları yapıyor. Kız kardeşini koca adamın kollarına atan annesine ''O daha çocuk'' diye bağırıyor. Kardeşi için aynı bakkaldan ped çalıp, pedlerini nasıl saklaması gerektiğini öğretiyor. Zain, kardeşinin  bakkal adamın ellerine bırakılmasına dayanamayıp evden kaçıyor. Sokaklarda aç dolaşıyor, Ethiyopyalı kaçak işçi kadınla tanışana kadar ona sunulan yiyecekleri almaktan çocuk gururuyla imtina ediyor. Zain'de öyle büyük bir vefa, adalet duygusu ve vicdan var ki insan kendini sorguluyor.
Çocuk gözüyle yoksulluk, aile, vicdan sorgulaması yapan bu filmde kendime sorup durdum, ben olsam ne yapardım? Ben Zain olsam, bir süre önce hiç tanımadığım bir kadının bebeğine, kendim aç susuzken bakar mıydım?
Çocuğun el değmemiş vicdanına, çıkar gözetmeksizin yalnız sevgiyle hareket etmesine odaklanan filmlerde herkes gibi gözlerim doluyor. Sarsılıyorum, ağlıyorum, bir süre kendime gelemiyorum. Bir çocuğun, ''hayat ayağımın altına yapışan pislikten bile daha pis'' diyerek doğmuş olmaktan duyduğu acıyı tarif etmesi canımı acıtıyor. Biliyorum ki bu hikayeler yalnız hikaye değil, 11 yaşında hamile kalan Sahar gerçekten hastane kapısında ölüyor, Zain okula gitmek yerine bakkala çıraklık ediyor, sokakta şerbet satıyor.
Bir gün Suriyeli Amir Hattap rögar kapağını açıyor ve kanalizasyona atlayarak intihar ediyor. Hem de Esenler'de, daha üç yıl önce. Yine üç yıl önce alt katımıza taşınan yedi-sekiz kişilik Suriyeli aile, akşam vakti bir menemeni hep birlikte yiyorlar. Araya bakan mutfak penceresinden yakalanmaktan çekinerek izliyorum. Ailenin babası bahçeden topladığı biberleri daire kapımıza asıp gülümsüyor.  Bunlar da mahalleye doluştu, diyor etraftakiler. Elindekini bir kez paylaşmamış olanlar. Kayıp nedir bilmeyenler. Bir gece 3 gibi gençten bir kadın feryat figan ağlıyor alt katta. Kendi dilinde ağıtlar yakıyor. Bir film izler gibi onu da izliyoruz. Birazdan bitecek, huzurlu uykumuzu bölen kısa bir kabus gibi. Oysa bir kat insem, anlamasam da sarılsam şu kadına. Kocasını mı çocuğunu mu kaybetmiştir, kimden haber almıştır gecenin körü. Ne bileyim, desem ki senin başına geleni anlayamam ama buradayım.Seni duyuyorum desem. Ellerimle, o yetmezse bakışlarımla söylesem. Ölümün, sefaletin dili ortak der dururlar. Ortak falan değil. Bu sefalet, bizim için en fazla bir hafta akılda kalacak bir dram filmi. Cannes'da ödül alır, en iyi yabancı film dalında Oscar'a aday olur. Ama biberler kapıda asılı kalır, Suriyeli adam kanalizyon sularına karışır, alt komşumuz olan aile bir sabaha karşı, geldiği gibi sessiz kimsesiz, sahneden çekiliverir.

* İncilde geçen kutsal bir balıkçı köyü. Fransızcada karışıklık, kaos

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf