Bundan yaklaşık iki buçuk yıl önce

Bundan yaklaşık iki buçuk yıl önce televizyonlu bir ofiste çalışıyordum, penceremin karşısında çiçekli böcekli bir anaokulu vardı. Ofisin kliması gün aşırı bozulur, fırsattan istifade ısıtıcının önünde kitap okurdum
Bundan yaklaşık iki buçuk yıl önce telefonları 1481 diye açardım, 1841, hatta 1789 dediğim de olurdu.
Bir gün orta kulak iltihabı olmuştum, Konya'ya gidecektim, doktor uçağa binmek yasak demişti. Bana sürekli, ''Siz İstanbul Erkek Lisesi mezunu musunuz?'' diye soran doktordu. Yılın farklı zamanlarında en az üç kez hayır demiştim. Geçen ay yine o doktora gittim. Yine aynı soruyu sordu. Olmam gerekiyorsa olabilirim, dedim. Duvarları lise fotoğrafı doluydu;sarı-siyah. Sonra boynumda anneannemin ördüğü atkımı fark ettim; sarı, beyaz, siyah. Senelerdir boynumdan çıkarmamışım. Adama hak verdim.
Yaklaşık iki yıl bir ay önce Galatasaray'ın Karabük deplasmanındaydım. İstanbul'dan on saat sürmüştü otobüs. Safranbolu'da bir konak-otelde kalacaktı takım. Odaları gezmiştim. Odamın balkonundan horoz sesi duyuluyordu. Taraftarlar sabaha kadar otelin önünde beklemişti. Bir horozu bir onları dinlemiştim. Bu benim son deplasmanım demiştim herkese. Vedalaşırken kucaklaşmıştık.
Yaklaşık iki yıl, bilmem kaç ay önce kalbim çok kırılmıştı. Soranlara, Ne bileyim biraz kalbim kırık sanki, demiştim. İki farklı deftere herkesten köşe bucak sakladığım kırgınlığı yazdım.Yazdıkça defter doldu, kırgınlık boşaldı.
Son üç buçuk yıldır nereye gitsem insanlar bana, Neden buradasın, dediler. Önce bir belediye binasında, sonra bir takım uçağında, soyunma odasının girişinde, ertesi yıl üniversitede. Ben senin yerinde olsam oho, dediler. Oysa ben bendim. Ben ben olmaktan hiç olmadığım kadar mutluydum.
On yıl kadar önce babam, Hakan, ben, Pazar geceleri Öğretmen evine  Beşiktaş maçını izlemeye giderdik. Tek kadın ben olurdum. Varlığımdan rahatsız olan var mıdır diye merak ederdim. Evden çıkmadan Babam Hakan'a seslenirdi, beni de çağıracak mı diye merak ederdim. Her seferinde çağırırdı. Baki Mercimek'in kötü oynadığı sezondu. Herkes ''Allah Belanı versin Mercimek'' diye bağırırdı. Hakan'la bakışır, gülüşürdük.
Bundan yaklaşık on iki yıl önce Hakan'la, sabah dörtte Sacremento Kings-Los Angeles Lakers maçını izleyip hatırlayamadığım bir totem yapmıştık. O tüm oyuncuları tanıyordu, ben bir tek Shaquel O'neill ile Kobe Bryant'ı biliyorduum. Murat Kosova hiç yaşlanmayacak gibi geliyordu.
Yaklaşık yirmi yıl önce Eczacıbaşında smaçör olacağıma inanıyordum. İki sene sonra Milli Takımın pasörü olsam yeter diye düşündüm. Süreyya Ayhan şampiyon olunca, neden atlet olmadım ki diye hayıflandım.
Yaklaşık bir saat önce bu yazıyı yazmaya karar verdim. Sonra neden yazdım ki diye düşündüm. Günler geçmiş, yıllar geçmişin torbalarında ağızları bağlı saklanmıştı. Bir bağ da ben atmış oldum böylece. İçeri hava dolamayacak, anılar kaçacak delik bulamayacaktı.
Bu gece bunları düşündüm, ebediyen sakladım.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf