Yeni bir yaşam


Erkenden, uykum bitmiş halde uyandım. Havanın berraklığı, ısıtmayan ama tatlı güneş güzel yaz günlerini hatırlattı. Tiril tiril bir elbise giyip sahilde uyuyakalmayı, sonu denize çıkan yollarda bisiklete binmeyi,  sevdiğim biriyle yan yana renkli havlularda bir iki saat geçirip, sonra kendi hayallerimde kaybolmayı özledim.
Temmuz muydu neydi, yanımda Morgane vardı, uzun uzun yürümüş dondurma sırası beklemiştik. Denize yarı çıplak girmiştik.  Çıplaklığın çıplaklık sayılmadığı bir plajdı. O kadar çok konuşmuştuk ki yelkenlileriyle denize açılan insanları izleyememiştim. Bir süre sonra Morgane'ın sesi arka planda kalmış, beni içinde bulunduğum sahilin renkleriyle başbaşa bırakmıştı. Yazmak hakkında konuşuyorduk, ikimiz de her zamankinden fazla okuyorduk.
O yaz ilk kez, artık otuzlarımdayım diye düşünmüştüm. Daha içindeyken, bu yılların neşeli bir savurganlık, akılcı bir çılgınlık içinde geçeceğini anlıyordum. Her şeyi boşveremiyor ama maceradan maceraya koşabileceğimiz yılların da tam bunlar olduğunu anlıyordum. Sanki körkütük aşık olmak, özgür hissetmek, öyle mi olur böyle mi korkmadan plan yapmak için, göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidecek yıllar serilmişti önümüze. Bu yılların çokmuş gibi görünmesine aldırmamak gerektiğini fark ediyordum. Dahası, aşık olmayan  herkesin bir şeyin aşkı peşinde koştuğunu görüyordum. Bir tutku, birini ya da bir şeyi çok sevmek, ne olacak korkusu olmadan sevme cesaretinde bulunmak, bir daha delilik yapacak kadar sevemeyeceğim diye korkmak. Yine o gün, Morgane gittikten sonra, serinleyen havada bu korkunun yaşamsal bir şeylerle ilintili olduğunu fark etmiştim. Kimi insan dolu dolu, uçlarda yaşamayı yaşı kaç olursa olsun arzuluyordu. Kırkına geldiğinde bitmeyen, ellinde kenardan dürten duygular vardı. Bunlar yirminin ya da otuzun tapulu malı değildi. Bunu gördükçe mutlu oluyordum. Elli beşinden sonra bir cesaret değişen hayatlar görmek beni her şeyden çok mutlu ediyordu. Değişimi gördükçe cesaretleniyor, hayatın karnından yakalamışım gibi hissediyordum.
Yaz geliyor, yazın böyle büyülü, hafif, sakince gelişi hoşuma gidiyor. Sevdiğim iki insanı satranç oynarken izlemeyi, sohbetlerine gülmeyi, farklı dünyaların bir sebeple ve anlık buluşmasını seviyorum. Bunlar gözümde zamanla hikayeye dönüşüyor. Birine anlatmaya lüzum da yok. Olduğu anlarda güzel olan, sonra belki anıya dönüşecek anlardan korkmuyorum artık. Bazı günler yitip gitmek, anıya dönüşmek zorunda ki diğer günler yaşanabilsin. 
Hayatla oynadığımız zar oyunu, girdiğimiz bir iddia bu. Bunu göze almadığımız her gün, içinde olduğumuz andan memnun değilsek- ki hatta memnun olsak bile- değişimden çekinmenin sebep olduğu bir korku havuzunda, aynı yerlerde kulaç atıp duruyoruz. 




 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf