Bilinç

  Önceden kendini iyileştirme işine ön yargıyla yaklaşırdım. Bana bilimsel temeli olmayan, insanın kendini olduğu gibi kabul etmeye cesaretlendiren birtakım özlü sözlerden ibaret olduğuna dair cahilce yorumlarım olurdu. İnsan bilmediğini kötülemeye ne meraklı. 
Zamanla kendi deneyimlerimden düşünce gücünün, bir şeye inanıp inanmamanın gerçekle oynayabilen, etkileyici bir kuvveti olduğunu fark ettim. Düşüncelerimin gün içinde geçmişten geleceğe, takılıp kaldığım korkulara, gerçekleştiğinde düşündüğüm haliyle ilgisi olmayan birtakım senaryolara akıp gittiğini gözlemledim. Benim için bu gözlem ufuk açıcı bir deneyim oldu. Önceden düşündüğüm her şeyin beni tanımladığını, sezgisel olduğunu ve çok önemli anlamlara gelebileceğini varsayardım. Bütün düşüncelerimi dinler, sorgulamadan inanır, kendime neredeyse körü körüne güvenirdim. Takılıp kaldığım ve yanlışlığından emin olduğum bazı düşünceler bana bunların sandığım kadar bana ait olamayabileceğini, gerçeği yansıtamayabileceğini hatırlattı. Bu gerçek, kendim hakkında uyanık olduğum anlarda bile ne kadar az bilgim, deneyimim olduğunu gösterdi. Otomatik pilotta ezberlediğim düşünce akışı ve eylemlerin içinde yaşadığımı gördüm. En güzeli, bu durumu kendi kendime fark edişim oldu. Bir yerden okumadığım, konuyla ilgili hiçbir eğitime katılmadığım için sezdiğim ancak ne olduğunu tam kavrayamadığım bir arayış sürecinin içinde buldum kendimi. Önce beyin hakkında okudum. Bu mucize, akıllı bıdık organ nasıl çalışır, hangi bölüm ne işe yarar, bana bu dünyayı gösteren, algılatan, hatta belli şekilde algılatan beyin nedir? Beyin üzerine bu yaşıma dek bu kadar az düşünmüş olmam beni şaşırttı. Nihayetinde takımın pasörü o, o olmasa pas sahada dağılamayacak, hücum yok, savunma çözülecek, takım falan kalmayacak ortada. 
Beyine dair aklımda kalabilecek kadar basit, ama çok okuma yaptıktan sonra neden otomatik pilotta yaşadığımızı, bu süreçte neleri gözden kaçırdığımızı düşündüm. Belli bir akış içinde zihnime hücum eden düşünceler ya aslında ben değilsem, isteyerek ürettiğim düşünceler değilse bunlar, ya beni yanlış yönlendiriyor kimi zaman hayrete düşürüyorlarsa. 
Zihnim tarafından apaçık aldatıldığımdan birkaç kez emin olduktan sonra, ego ve bilinç üzerine okudum, podcastler dinledim. Dönüp dolaşıp uyuyan bilinci uyandırma meselesine geldim. Neden durmadan ya geçmişin kaygısında ya da geleceğin korkusunda yaşıyoruz. Neden içinde bulunduğumuz günün, anın ehemmiyeti olması gerektiği kadar olamıyor. Hayatta çoğu işte olduğu gibi bu işte de başarılı olmak için önce anlamak, sonra üzerinde çalışmak ve sabretmek gerektiğini fark etmem uzun sürmedi.
Sonuç olarak kendini iyileştirme işine duyduğum önyargı hatta küçümsemenin bile kendi yaralı tarafımdan ve korkularımdan kaynaklandığını anladım. İyileştirme kısmından hoşlanmıyoruz, çünkü yaralı olduğumuzu kabul etmiyoruz. Ama küçük büyük travmalarla doluyuz, travmadan ne anladığımız sıkıntılı, iyileşmeye ihtiyacımız olmadığını düşünmek, daha iyi ve açık bir zihne ve bedene sahip olma yolundaki en büyük engel.
Küçük adımlarla da olsa uyanık halime yaklaşabildiğim için mutluyum. Biliyorum ki milyonlarca insan neyi neden düşündüğünü sorgulamadan yaşlılık yıllarına erişiyor. En azından bu defa merakımı susturmadığım, bunlar saçmalık deyip geçmediğim için mutluyum. Umarım bu fark etme hali, zihnimin mümkün olabilecek en güçlü haliyle bana ait olabileceği bir noktaya erişebilir. 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf