Eğlenmeden Yazmak

Marguerita Duras'ın Yazmak isimli makalesini okuyordum. Diyor ki, Yazı bilinmeyendir, insan, yazmaya başlamadan önce ne yazacağı hakkında hiçbir şey bilemez. Kafasının içi dupduru olsa da. İnsan, ne yazacağını bilseydi, o işi yapmadan, yazmadan önce; hiçbir şey yazamazdı. O zahmete değecek bir şey olmazdı bu.

Yazmak dünyanın en çileli, en sinir bozucu, bir yandan da en çekici gelen işi. Bazen yazdıklarıma dönüp bakıyorum. Bunu ben mi yazmışım diyorum. Aklımda hiç böyle şeyler yoktu. Kafamın içindekilerle karşılaşmak istemezdim. Bir dizi açıp saatlerce izlemek geliyor aklıma. Çoğunlukla da öyle yapıyorum. 

Günlüğüme dürüstüm. O kadar dürüstlük, kafamın içinden geçenleri bilmek rahatsız edici. Rahatsız olacağımı bile bile, kendimle konuşur gibi saatlerce yazdığım oluyor. İnsanın kendiyle konuşması kendi hakkında bilmediği bir ton şey öğrenmesini sağlıyor. Mesela ben, yalnızlığa ne kadar düşkün olduğumu, yalnız kalamadığım anlarda öfkelendiğimi, rahatsızlık duyduğumu, ama bunu insanlardan saklamaya çalıştığımı öğrendim. Yalnızlığı sevdiğimi biliyordum, bu kadar, insanlardan kaçmak isteyecek kadar  düşkünü olduğumu bilmiyordum. 

Duras evinden çok az dışarı çıkmış. Yalnız kalabileceği bir alan kurmuş kendine, öyle diyor. İnsan yalnızlığını yaratır, yalnızlık seni bulmaz. Bulabilir aslında, ama o yalnızlığı sevmezsin. İnsan ancak kendi yarattığı yalnızlığı sevebilir. Bunu da şimdi düşündüm. Yine aklımda olduğunu bilmediğim bir şey. Madem insanın yalnızlığını kendi yaratabileceğini, bunu da pekala sevebileceğini biliyorsun da neden bilmiyormuş gibi davranıyorsun.

Kollarım ağrıyor. 

Birkaç gün önce bir arkadaşıma dünyanın en basit doğum günü kartını yazdım. Bugün okumuş. Dedi ki, bu zamana kadar aldığım en güzel kart. Belki kibarlık olsun diye söylemiştir. Öyle olmasını çok isterim. Bir yandan da öyle olmayabileceğini biliyorum. Birbirimize iki güzel laf söylemekten, destekçinim, verdiğin-vereceğin kararların arkasındayım demekten aciziz. İnsan en çok bunu duymak istiyor. 

Partnerinden ayrılmakla ilgili duyduğu en büyük korkusunun, bu koca şehirde ona, saçma görünebilecek bir sürü işte yardım edecek kimse kalmayacak olması olduğunu söylemişti. Hem hiç anlayamadım hem çok tanıdık geldi. Bir şehirde hala yabancı olmak, adresinin bir evden diğerine nasıl taşındığını bilemeyecek olmak bile insanı korkutabilir. Korkusunu hafife almamaya çalıştım. Bir yanım da bu korkular hiç bitmeyecek, dedi. Bu bir illüzyon. Eşyalarını bir evden diğerine taşırken korkunç derecede yalnız da kalabilir, dünyadaki yerini, yalnızlığını, iki koli kapamaya gelecek birinin olmayışını sorgulayabilirsin. Ama işler değişebilir de. Ufak tefek yalnızlıklardan korktuğun için tutunduğun ilişkin, bir diş gibi çok da çaktırmadan çürüyor, yandaki dişleri de çürütüyordur belki. 

Kadınların 'basit' korkuları yüzünden bir yerde takılıp kalmalarından çok sıkıldım. Bir yandan ben kimim ki o basit mi değil mi bileceğim. Biri arkadaşım olunca, ondaki iyiliği, düşünceli hali gördüm diye her şeyin en iyisini hak ediyor diye düşünüyorum. Bütün hikayelerin böyle bir dönüm noktası olduğuna inanıyorum. Bir hamle yapacak, bundan sonra yalnız mı uyuyacağım diye korkmayacak ve sonunda yıllardır hak ettiği sevgiye, huzurlu bir barış haline kapı açmış olacak. Nasıl da masal dünyası. Bunu bir de arkadaşımın geçenlerde iş için yaptığı karakter testinde 'tamamen mantığıyla hareket eden' karakterde çıktığını bilmeme rağmen yapıyorum. Kabul etsene artık, herkes farklı. 

Ben de kişilik testi yaptım. İş yarı falan dinlemedim, sadece aklıma yatanları işaretledim. Yüzde 73 oranında içe dönük çıktım. İş yerlerinin bayılmadığı karakterlerden. Bizde sorun olmadı. İçe dönüklere yönelik büyük bir önyargı yok. Ayrıca bir yerde bir sessizlik olmaya görsün, en çok ben konuşuyorum. Sessizlik benim suçum gibi mi geliyor nedir. Bozmak için her şeyi yapmaya hazırım. İşte, yaza yaza halihazırda yapmakta olduğu her şeyi bulup çıkarıyor insan. Şimdi de sessizlik ve suçluluk bağını kurdum.

Bunları hiç eğlenerek yazmadım. Aksine kollarım ağrıyarak yazdım. Umarım okuyan eğlenir. 


Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Ben de eğlenemedim okurken ama yalnız olmadığımı anladım. Bu açıdan duygudaş olmak belki rahatlatmış olabilir bir nebze. Özellikle bu yazdığınız satırları ben de yazmış olabilirdim: "...yalnızlığa ne kadar düşkün olduğumu, yalnız kalamadığım anlarda öfkelendiğimi, rahatsızlık duyduğumu, ama bunu insanlardan saklamaya çalıştığımı öğrendim. Yalnızlığı sevdiğimi biliyordum, bu kadar, insanlardan kaçmak isteyecek kadar düşkünü olduğumu bilmiyordum."

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf