''la fille sur le pont''


 Son üç günüm bu iki filmle ve burda adı geçmeyecek birkaç filmle daha geçti.
Bu ikisi kadın ve aşk üzerine kaçınılmaz şekilde düşünmeye itti beni. Kurtulamadım, okula gittim,
yağmur yağdı, köprüden geçtim, köprüye uzaktan baktım; ışıkların içinde intihar etmeye çalışan sarışın bir kadın gördüm. Beynim benden habersiz düşünüp durdu o kadını kurtarmaya gelen bıçak atıcısı adamı.
Böyle aşklar var, birbirini tamamlayan ve ayrı kalmaya devam etmemek zorunda..Bu sürrealizmin içinde kendimi sorguluyorum, sürrealist olan bu filmler mi yoksa bizim aşkı yaşama şeklimiz mi?
    Öyle umutsuz bir çağdayız ki adı mutsuz evlilikler çağı olmalı. Herkesin 20sini geçip teker teker evlenmeye başladığı şu günlerde evlilik kelimesi her gün gözümden düşüyor. Birbirine küfrediyor üst kattaki genç karı koca. Daha beş yıl olmuş evleneli en fazla, ağlama evresini geçememiş iki çocuk sesi tüm gün. Ben hayatımda hiç ''senden nefret ediyorum keşke ölüp gitsen'' diye bağırmadım kimseye. Çok sinirlensem de hissetmedim böyle kin böyle nefret. Bir anne çocuğu doğal olarak yaşının getirdiği güdülerle ağlarken ona geberip git senden nefret ediyorum der mi. Diyorlar,bir değil iki değil, nereye gitsem duyuyorum. Bağıra bağıra,adeta bir iç savaşın tarafıymışçasına.. kanım donuyor her duyuşumda. Hissisleşemiyorum, hissisleşmek kör olmak, sağır olmak, bir kadının çocuğunu kendi elleriyle mahvedişini kabullenmek demek. Hiçbirini tanımıyorum yine de kabullenemiyorum. Çocuğunu şiddetle, nefretle büyütmesi bundan apayrı ve daha önemli bir konu belki ama ,bu bana neden böyle cehennem gibi bir hayata katlandıklarını sorgulatıyor.
       Ne zaman birbirinize katlanamamaya, kibarlık gösterisinden yorulup  kaba davranmaya, televizyonun önünde tek cümle konuşmadan pineklemeye, kadının hizmetçi olarak görüldüğü evreye geçeceksiniz. 5 yıl,7 yıl,10 yıl sonra. 10 yıl sürmeyecek bile o zorunlu geçiş.. planlar yapmıştınız çıkarlarınızı gözettiğiniz. İki yıl sonrasını on yıl sonrasını iyi planladım ,param evim arabam olacak mutlu olacağım sanmıştınız.
Düzenli bir hayat istediniz, hak ettikleri değeri verip veremeyeceğinizi sorgulamayı bile düşünmeden çocuklarınız oldu. Aşık olmadığınız insanlarla, gerçekten sevişmeden, sevişmenin nesnesi olmaktan çıkamadan, severek dokunmadan, kokusuna hayran olmadığınız yastıklar eskittiniz. Bu belki çok Yusuf Atılganvari pesimist bir evlilik tablusu gibi görünse de, o 1950lerde, kendini yok etmek için evlenmiş insanları görüp onlara ''eli paketliler'' derken ne kadar haklıysa şimdi hala o derecede haklı.
      İşte biz bunlara aşk diyoruz, yıllanmış evliliklerin alışkanlığına, tek gecelik ilişkilere bazen, birlikteyken aldatmalara, aldatmak için fırsat kolladığımız insanlara sevgilim diyoruz. Birbirimizi aptal yerine koyduğumuz ilişkiler yaşarken bu ilişkinin adını aşk zannediyoruz. Aşk ilişkiden ve o insanın varlığından bağımsızdır. Aşk bunların üstünde, bencilliğin, küçük hesapların, ego tatminlerinin dışında bir yerlerde.. iki insanın birbirini bulduğunda öpüşmeden ve sevişmeye gerek duymadan tek bir sarılmayla bütün hissetme duygusudur. . Belki de aşkı tek bir öpüşme sahnesi dahi olmadan gösterebilen tek film ''la fille sur le pont'' bana bunu hatırlattı.
    Artık öyle ağzımıza gelen ilk kelime olarak aşk ı kullanmayalım, değerini düşürmeyelim, anlam kayması yaşatmayalım. İnsan onlarca kere ilişki yaşıyor sevişiyor haz alıyor mutlu oluyor evet ama belki tek bir kez aşık oluyor. Filmlerde görünce yadırgadığımız bir şey haline gelmesin aşk, böyle şeyler gerçek hayatta yok ki demeyelim; Kafka'nın Milena'ya yazdığı mektuplarda, Sait faik'in elyazılarında, Tomris Uyar'ın Turgut Uyar'a yazdığı cümlelerde var, şiirlerde var ve var olmaya devam edecek. Ama bizim sefil yorumlarımızın , sevişme odaklı jargonumuzun adı olmasın aşk. Fiziksel özelliklere, güzelliğe, seksapaliteye indirgenmesin. Aşk böyle ortalarda meze olmuşken, onun saflığını şiirlerde, artık kimsenin okumadığı aşk mektuplarında ve böyle güzel filmlerde aramaktan başka çare yok belli ki

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf