Dardenne kardeşler Marion Cotillard'la buluşursa ''Deux Jours, Une Nuit''

    Cannes 2014 seremonisinden birkaç saat önce..

    Az önce muhtemelen bu zamana kadar izlediğim en iyi Dardenne kardeşler filminden çıktım. Bu akşam 2014 Cannes Film Festivali kapanış seremonisi var. Törenden önce bu filmi mutlaka izlemek istemiştim. Dardenne filmi olduğundan hayal kırıklığına uğrama ihtimalim yoktu zaten. Bu zamana kadar hiç hayal kırıklığına uğratmadıkları gibi, en sevdiğin yönetmen sorusunun cevabı ve 2011 den sonra ''le gamin au vélo'' yla  en sevdiğim filmin de yönetmeni olmuş oldular.
    Filmden çıkar çıkmaz sokaklarda yürüdüm biraz. Yusuf Atılgan'ın ''Aylak Adam'' da anlattığı 'sinemadan çıkan insan' kafasını yaşıyordum, her film kolay kolay yaşatmıyor. Ağladığım, gülümsediğim, duygudan duyguya sürüklendiğim filmin sonunda beni istila eden cümleleri akıtıp rahatlamak ihtiyaç haline geldi. Sakin bir yer bulur bulmaz kafamı toparladım.
   Önce filmi neden bu derece beğendiğimi anlatayım. Sonra Dardenne sinemasına duyduğum hayranlığa gelelim. Film öyle heyecanlandırdı ki yazarken düşüncelerimi bir düzene sokmakta hiç bu kadar zorlanmamıştım.

  Filmin hikayesi ,işini kaybedip kaybetmeyeceği çalışma arkadaşlarının oylarına kalan Sandra'nın (Marion Cotillard) hafta sonu boyunca arkadaşlarını kovulmaması yönünde oy kullanmaya ikna etmeye çalışması
Oylama iş yerinde pazartesi sabah olacak,o yüzden iki gün bir gecesi var.(Deux jours une nuit)
Sorun, Sandra'nın işte kalması için oy vermeleri durumunda çalışma arkadaşlarının 1000euroluk primden olmaları. Dardenne'ler yine hepimize çok can alıcı bir soru soruyor : '' Başkasının zor duruma düşmesini kendi zararına bile olsa engeller miydin?'' Film boyunca Sandra iş arkadaşlarını teker teker gezip ikna etmeye çalışırken, karşısında en gerçekçi halleriyle insan reflekslerinin çıkışına tanık oluyoruz; gözünü kırpmadan alacağı primi tercih edenlerden , ağlayarak vicdan muhakemesini Sandra'nın gözü önünde yapanlara uzanan geniş bir yelpaze.
    Her detay öyle gerçek ki Sandra'nın kapı kapı dolaşıp iş arkadaşlarını ikna etmeye çalışırken ne kadar zorlandığını, aslında bunu adil bulmadığını derinden hissediyoruz. Hemen akla şu soru geliyor:
 ''Sandra onlardan istediği şeyi yapar mıydı?'' İki çocuğu, taksidi ödenecek evi varken başkasının işini kaybetmemesi için priminden vazgeçer miydi? Bu soruya cevap gelmeyeceğini sanarak yanılmışım. Aslında Dardenne'ler muğlakta bırakmayı severler ama bu defa filmin sonunda bu sorunun cevabını çok güzel vermişler. 
    İşte tam burada Dardenne'leri bu kadar sevmemein nedenini anlatabilirim, hem filmden çıkıştaki heyecanım yatıştı bu sayede düşüncelerimin akışını sıraya sokabilmiş oldum. 

 Bu iki adam soru sormayı çok iyi biliyor. Dürüstlük, vicdan, adalet gibi kavramları, insanın  ve kendimizin sınırlarını, doğru ve yanlışın göreceliğini sorgulattıkları filmler yapıyorlar. Bunu yapış tarzlarını olayların hiçbir şey olmamış sadeliğinde gerçekleşmesi ve karakterlerin aynı sessizlikte dönüşmeleri diye açıklıyabiliyorum kendime. ''Le gamin au vélo'' filminde ağacın en tepesinden düşüp öldü sanılan çocuğun, pantalonundaki tozları silkerek kalkıp yavaşça bisikletine binmesi gibi.. Onların dünyasında büyük büyük haykıran, çırpınan, hissettikleri anlaşılsın diye kendini parçalayan karakterler yok. Bir damla gözyaşı acıyı anlatmaya yeterken, bir gülümsemeyle her türlü mutluluğu paylaşmaya hazır hale geliyoruz. Bu yaygara koparmadan fısıltıyla sarsma tercihleri resimdeki 100 fırça darbesi arasındaki küçük ama en önemli ayrıntı. 
Cannes'dan sonra...


Dardenne kardeşlere bu akşam Cannes'da ödül beklemiştim gelmedi. Gelseydi bile bu akşam filmden çıktığımdaki yoğun hazzı yaşatabilir miydi bilmem..


    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf