Sevdiğim Sokaklarda Yürümek

Bunu bir duvara çizmişler, biri fotoğrafını çekip bir kitaba koymuş. Kitapta da ben gördüm. Karmaşanın altında bundan ibaret olduğumuzu hatırladım. 
Bugün bir şeye takatimin olmadığını hissettiğim günlerden biri. Yapılacaklar gözümde büyüyor. Takatim olmadığını kabul edip yapmamayı tercih ediyorum. Son zamanlarda ilk defa vücudumla savaşmamayı öğrendim. Bir şeyi istemiyorsa zorla yaptırmamayı, neyin yolunda gitmediğini verdiği sinyallerden anlamaya çalışmayı. Genelde yoğun bir dönemden çıktığımda böyle yapıyor. Oturduğum koltuktan iki adım atıp mutfağa gidecek gücü bulamıyorum. Koşarak gittiğim yolları kafamda büyütüyor da büyütüyor. 
Böyle zamanlarda oturuyorum. Bulduğum en güzel koltuklarda, geleni geçeni izleyebileceğim yerlerde sadece oturuyorum. Bir duvar kağıdına, pazar filesi ile önümden geçen kadına, kara bulutlara, birinin şapkasına, diğerinin bisiklet sepetine bakıyorum. Öyle yorgun hissediyorum ki hayallere dalasım bile gelmiyor. Hayal etmek emek işi. 
Oturup bakmanın büyüsüne kapılıyorum. Renkli yerlere gitmeyi tercih ediyorum. Soğuk değil de renksizlik canımı sıkıyor. Ülkelerin hava durumlarına bakıyorum. Şimdi İtalya nasıldır, Avusturya ya da Almanya. İstanbul'da kar mı yağıyor. Polat'a İstanbul'u soruyorum. Bu kadar gri değil, diyor. Kadıköy'den, canlı müzik mekanlarından, deniz kenarından, iş çıkışı yaz akşamlarından bahsediyoruz. Abbas'ın terasını hatırlıyorum. Hava yeni kararmış. Dert tasa masaya dökülmüş. Ara sokaklarda üzerimize bir hırka geçirip yürümüşüz. Sandaletin üşütmediği, bez omuz çantasının her şeyi içine sığdırabildiği akşamlarda kendimi iyi hissetmişim. Günün kalabalığı, ertesi sabahın sorumlulukları uçup gitmiş. Hep aynı balkon kenarı masaya oturmuş, hep aynı şişe birayı söylemişiz.
Gidilebilecek yerlerden, planlardan, hayallerden bahsetmişiz. Merak etmişiz. Üç gün, üç ay sonrasını. Öngördüklerimizin hiçbiri öngördüğümüz gibi olmamış. Daha iyisi bile olmuş. 
Bir şeylere söylenmişiz. Sinirimizi bozan birileri oradan buradan çıkmış, bazen güzel yaz akşamının hafif esintili büyüsünü yok eder gibi olmuş. Aman bunlardan konuşmayalım deyip başımızdan savmışız. 
Bahar gelmeden Abbas günlerini özlediğimizden bahsetmişiz. İş çıkışı Beşiktaşla ve güzel bir terasla bütünleşmiş. Balkonlarında oturan insanlara, sokakta rengarenk gezen insanlara rağmen her şey bir anda pahalılaşmış. Ya da yavaş yavaş. Biz kabul etmek istemezken. Değişime rağmen değişime kulak tıkayarak kendimiz olmaya, alışkanlıklarımızı devam ettirmeye çalışırken. 
Son vapur ya da Beşiktaş'tan kalkan bir otobüs eskisi gibi umursamadan, dert etmeden içine almamış sanki bizi. Bir tedirginlik çökmüş geceye. Nasıl dönerim, nereden giderim tedirginliği. Tedirginliğe rağmen kendimizi sokaklara atmaktan vazgeçmemişiz.
Bugün vücudumu şuradan şuraya kıpırdatamayacak kadar yorgunken, bildiğim şehirlerdeki yaz akşamlarını düşünüyorum. Paris'te bir metroda ya da Sacre Coeur merdivenlerinde, Eskişehirde Del Mundo'nun önünde, İstanbul'da Kadıköy sokaklarında, Rennes'de Zorba restoranının olduğu Saint Anne meydanında, Kopenhag'da Vesterbro'da rengarenk boyanmış, bana her seferinde Almodovar filminde hissettiren binalarda dolaşıyorum. En ince kıyafetimi giyiyorum, bir kot mont alıyorum üzerime, sevdiğim sandaletlerle sokağa bırakıyorum kendimi. Her yerde ayrı bir tat buluyorum. Ayrı bir yüz, değişik bir insanla karşılaşıyorum. Çaktırmadan uzun uzun inceliyorum. Gülümsüyorum. 
Kış bitmemekte, güneş açmamakta ısrar ediyor. Ben de sevdiğim sokaklarda yürümekte ısrar ediyorum. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf