Ameliyat, korona ve diğer korkular

Bir çocuk yürüyor önümüzdeki parktan. Senin için bir hikaye yazmak istiyorum. Biliyorum ki kimse yazmamıştır. İlk olurum. Konarım gönlüne. Bencilce hayallere kapılıyorum. Herkes bilir böyle şeyleri.

İnanmayan taraflarımın kafası karışmış, gözlerim bunca zaman etrafını gören katı, yargılayıcı gözler değil. Bildiklerimi unutmuşum. Bildiklerimi unutup yeniden öğrenmeye çalışıyorum. Böyle demiştim sana. Korkuya yer yok.

İçim yine bildik köşelerine sığınmaya çalışıyor. Bunca zaman ezberlediklerime koşuyorum. Sana da sıralıyorum bir bir; aşk geçici, şimdi bizi ülkeden ülkeye, karlı bir şehirden fırtınalı bir nehre sürükleyen tutkular uçacak. İnanmıyorsun. İnanmaman hoşuma gidiyor.

Bu tatlı oyuna kapılıp gitmek istiyorum. O an içimden gelen şeyleri söylüyorum sana. Ölümsüz olmamız gerekmez. Kısa ama güzel bir hayat yaşayalım birlikte. Ebediyette bu kadar arzulanacak ne var.

Herkesin istediğinin tam aksini istiyorum seninle. Az ve öz, birlikteyken tamamen birlikte bir hayat. Yalnızlıklarımızla ve yalanlarımızla bir köşeye çekilmeyeceğimiz bir oda, bir ev, bir karavan. Hangisini tutturursak.

Hatalarımı affet, ben de seni affedeyim. Özlemlerinin, gözlemlerinin, bir duygudan diğerine sıçrayan kendine has yönlerinin benimle bir alakası olmadığını unutmayayım. Sen, sensin. Sen, her zaman benimle ilgili olmak zorunda değil. Bunu yeni öğrendim. Önceden- söylemeye gerek var mı bilmiyorum- her şey benimle ilgili sanıyordum. Gittiğin bir parti, seçtiğin arkadaşlar, yazın iki haftanı geçireceğin kulübe... Olanların sen öyle sevdiğin için olduğunu sana baktıkça daha iyi görüyorum.

Ben varken, bana rağmen, bunu bana nasıl yapar cümleleri anlamını yitirdi. Seni olduğun gibi görmeye yaklaştım. Kimseyi, büyüteç yakınlığına girdiğimiz halde, olduğu gibi göremiyormuşuz. Tanımanın zorluğundan bahsetmeyeceğim. En azından, tanıdığını iddia etmekteki ısrar niye. Seni sadece görmeye çalışıyorum. Bana söylediklerini unutmamaya; çocukluğunda saklandığın okul sıralarının büyüklüğünü, babanın soğukluğunu, hüznünü anlamaya çalışıyorum. Aklımın ve kalbimin bir ucunda tutuyorum anlattıklarını. Seni gerçekten dinliyorum. Sana verebileceğim tek söz bu olurdu. Ne olursa olsun, seni mutlaka dinleyeceğim. Kendi cevaplarımı hazırlamayacağım sen konuşurken. Cümlesi bitse de sıram gelse diye beklemeyeceğim. Yaralayacak bir açık bulsam diye kıvranmayacak zihnim. Anlatacakların can yakıcı olsa bile, dinleyeceğim.

Ben hep aklındakini uzun uzun anlatmak isteyen biri oldum. Neredeyse yazmak kadar uzun. Beni otuttur bir köşeye, topluluk önüne koyma ama, anlayan birinin karşısına geçir, susmak istemem. Başka zaman ne kadar susuyorsam o kadar konuşurum.

Seninle de konuştuk. Bir tenis maçındaydık sanki, bazen beş saat sürdü maç, kahvaltı yapmayı unuttuk. Su içmeyi, yürümeyi, pencereden bakmayı, telefonlara çıkmayı, günlük yaşama dair bunca zaman bize öğretilmiş her şeyi unuttuk. Neden bu kadar önemliydi kültürel farklar, doğu ve batı, kalecinin penaltı anındaki endişesi ve Zizek ve Orhan Pamuk. Su içmekten bile önemli olan bunlar değildi sanırım. Bir anlaşılmak, aynı dili konuşmak telaşıydı. Tesla gibi sarıldık buluşumuza. Asosyalleştik. Aylar boyunca saat kaç diye sordum sana. Zaman saatlerden uçup gitti.

Dünya, büyüklüğüne aldırış etmeyenler, oyunu kafasına göre oynayanlar olduğunda endişelere boğmuyormuş insanı, küçüldükçe küçülüyormuş. Dünya kocaman; ben ve yapabileceklerim küçücüktük. Korkularımın üzerine üzerine gittim. 

Tek başıma ameliyat oldum bir hastanede. Refakatçin yok mu diye sordu hemşireler, ellerimdeki ojeleri çıkarmama yardım ettiler. Ameliyathaneye çıkarılırken espriler yaptım. Üç hemşire bir de doktor güldü. İçimde bir korku filizlenmeye çabalıyordu. Kan verirken bayılacak gibi olurdum önceden. Korku, sana öğretilenlerdir. Hastaneden ve hastalıklardan, iğneden ve kandan korktuğumu bana kim öğretti.

Koca lambalara beş buçuk miyop gözümü açtım. Hoş bir sarhoşluk hali; hemşireye anlamsız olmamasına uğraştığım sorular sordum. Odama götürdüler, televizyonda bir dizi vardı, hoşuma gitti.  Annemi arayıp anlattım. Birkaç kişiyle daha konuştum. Onlara ne olduğunu anlatmak ameliyat olmaktan daha zordu. Neden bize söylemedin, gelirdik, dediler. Öyle olmalılar ve böyle yapılmalılar'dan, insanların gözünde kaygı görmekten, kendimi hastayken bile açıklamaya çalışmaktan yorulmuştum. İşleri kendi tarzımla yaptığımda ne stres kalıyordu, ne kaygı. Başkalarının korkularını derimde, endişelerini kalbimde hissetmenin beni olayın kendisinden daha çok etkilediğini bunca yıl sonra anlamıştım nihayet. Bunları söyleyemedim tabii, başım dönüyordu, böylesi daha iyi olacaktı diyebildim.  

Akşam yemeğinden sonra yürüye yürüye çıktım hastaneden. Midem bulanıyordu biraz, çok içmişim de ya yere düşeceğim ya oracığa kusacağım sanki. Hayatımda tek bir kez ameliyat oldum ama şu hissi onlarca kez yaşamışımdır. Çakır keyif eve döndüğüm günleri hatırladım. Aynı şey diye düşünmeye çalıştım. En azından sersemliği aynı. Bir arkadaşım kapının önünden beni alıp kaldığım airbnb evine bıraktı. Yolda, yalnız da iyiydim böyle de iyiyim diye düşündüm. Sandığımdan  güçlüymüşüm. İçimden ağlamak hissi gelmedi.

Hala onlarca korkum var. Beni gerçekten korkutan durum mudur, yoksa bana öğretilenler mi? 

Geçen aylarda bir gece koronanın göğsümde yaptığını sandığım ağrı yüzünden yana yakıla doktor aradım. Kimse telefona çıkmadı, yatıp uyudum. Sabah yalnız ve korkusuz uyandım. Meğer benim vücudum da zayıf değilmiş. Bir gece başım ağrıdı sadece, on dört gün tek odalı evde hissettiklerimi yazdım. Kollarımdan, sırtımdan, kuyruk sokumumdan beklediğim ağrı gelmedi. Bir korkuyu daha şansın rüzgarıyla kovaladım.

Yabancı ülkelerde, uçağa bilmem kaç saat kala yapılması gereken korona testlerinden yaptırdım. Negatifler birikti telefonumda. Test merkezini bulmak, koronadan ve dünyanın halinden konuşup durmak zordu. Herkes duruyor, biz hala koşuyorduk. Bazen korkuyordum. Bu kadar koşmak, risk almak, beni düşürür mü? 

Bunca deliliğin ortasında, kendini korkak gören ben, hayatın durduğu her yerde ve anda yaşıyordum.  Yaşamak için benim gibi mantığı uzaydan görülen birine aşırı doz adrenalin verip olacakları izlemek gerekliymiş. 

Öğrendiklerimi unutmaya, karşıma çıkanları yeniden öğrenmeye çalışıyorum. Ne kadar çok şeyi yapayanlış öğrenmişim. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf