Bu ne biçim gelin

 


Ne zaman  çevremden ya da arkadaşlarımdan bir düğün  mevzusu duysam,''hazırlık sürecinde neredeyse ayrılıyorduk'' vb bir cümle işitmişimdir. Düğün seremonisi zordur, herkesi memnun etmek imkansızdır,  yorulacağın ve strese gireceğin bir akşama hazırlanıyorsundur.  Önceleri bu işin bu kadar zor olamayacağını, insanların birtakım lojistik ve törensel konular için birbirini kaybetme noktasına gelemeyeceğini düşünüyordum.

İş kendi nikahımı planlamaya geldiğinde, iki kişi başladığımız dans pistine 'biraz da benimle oyna' diye sağa sola çekiştirme potansiyeli olabilecek insanların  birer ikişer dahil olma çabasını gördüm. Eğer sade bir nikah değil de düğün, kına, nişan hepsini isteseydim başıma gelecekleri tahmin etmek çok zor olmadı.

Evleneceğim kişi yabancı olduğu için gelenekler girdabına kapılmamak daha kolaydı. Pandemi, dil bariyeri vs derken 'kız isteme' gibi bir geleneği konuşmak zorunda kalmadık. İki taraftan da gelen düğün sorularına, kesin ve ortak bir dille istemiyoruz dedik. 'Düğün derdi' olarak tanımladığım şeyi neden böyle gördüğümü yakınlarıma bıkıp usanmadan yeniden anlattım. Ben içedönük ve göz önünde olmayı sevmeyen bir insanım dedim- ki bence bu bile merasimlerden kaçınmak için yeterli bir sebep. Düğünleri, maddi ve manevi bir yük olarak görüyorum. Belki bir daha senelerce görüşmeyeceğim akrabaların gönlünü hoş etme, giyinip süslenip görücüye çıkma, muhtemelen kendi eğlence tarzımı sahneye yansıtamayacağım bir gecede, çiftetelli oynayıp halay çekme olarak bakıyorum. Böyle hissederken üzerine bir de kredi çekip borç ödüyor olma durumu, bu stresin ve azıcık eğlenebilmeninin bedelini asla karşılamıyor. 

Düğün fikri bu şekilde hızla rafa kalkınca tek seremoni olacak nikah daha da ön plana çıkmaya başladı. Kimler davet edilecek, kıyafetim, saçım makyajım, hediyeler...Kendimi derin bir huzursuzluğa sürüklenirken yakaladım. Özellikle kıyafet ve hangi kuaförün seçileceği meselesi canımı sıkıyordu. Bu defa mutsuzluğumu dinledim, iyi hissetmem gerekirken neden içim kararıyor? Cevap çok uzaklarda değildi.Gelinlik fikrini kendime yakıştırmıyordum. Hayatımda belki iki kere yaptırdığım profesyonel makyajın ikisi de bana kendimi kötü hissettirdi.Üniversite balosu fotoğrafındaki kadın ben değilim. Takma kirpikli, uzun topuklu ve çirkin topuzlu başka bir kadın o. Neden özel günlerde olmadığım bir kadına dönüşme baskısı hissediyorum? Neden kuaföre gitmeyeceğimi, gelinlik giymeyeceğimi söylediğimde insanlar açık açık, yüzüme karşı hayal kırıklığına uğruyor? 

Küçük detaylarda bile büyük toplumsal dayatmaların olduğunu bu süreçte daha iyi gördüm. Gelinlikli, güzel saçlı şıkır şıkır kadınlar bize öğretilen ve içselleştirdiğimiz güzelligi temsil ediyor. Bu yüzden, nikahım için kuaföre gitmeyeceğimi kesin şekilde söylediğim halde, içimde bir yer ya kendi nikahında güzel olamazsan diye korkuyor. Bu korkunun sebebinin ben olmadığımı biliyorum. Sebebi izlemeye geleceklerin gözleri, bana hangi güzellik algısıyla bakıp beklentilerini karşılamadığımda ne düşüneceklerini  biliyor olmam. Küçücük gorunen bir karar bile, alışılagelmişin engeline takıldığında devleşiyor, özellikle sizi anlayan ve destekleyen insanlar, birazcık da dayanışma olmadığında mutsuz olunan ritüellere karşı durmak zorlaşıyor.

Bu sebeple hislerimi önce sosyal medyadan şöyle paylaştım:

 ''Düğün derdi yok, elalem ne der yok, yüzük takmazsak birbirimizi sevmiyoruz sanırlar baskısı yok, çok basit olmasını planladığımız nikahta kuaför ve makyaj bile olmayacak. Bunca zaman kendim olmanın yetmediğine inandırıldığım bir toplumda, tüm kuralları benimle reddeden ve kendi kurallarımızla oynamaya cesaretlendiren bir Jens var. İlk defa kendimi kimsenin güzellik beklentisine/kalıbına sıkıştırmadan, olduğum gibi güzel ve yetenekli hissediyorum. Kendimi bildim bileli, tanıdığım şekliyle evlilik kurumuna karşıydım. Güzel bir şey olması gereken seremoniler bile gözüme işkence görünürdü. İçime sinmeyen ritüellere boyun eğerek başlanacak bir hayattan kendimce tat alamayacağımı düşünüyordum. Kendim olabildiğim ilişkide özgürüm. Adı ne olursa olsun. 

Dünya her haliyle zaten başkasını mutlu etme dinamiğine boyun eğmemize yönlendiriyor. Okul, meslek seçimi, iş hayatı bile, birileri öyle istiyor ya da mutlu oluyor diye sessizce kabullendiğimiz ritüellerle dolu. Kimleri kırmayalım diye kendimizden ne ödünler veriyoruz ve bunun bize bedeli uzun vadede ne olacak? Artık hep bu soruyu soruyorum kendime ve birileri kırılmasın diye beni bunaltan küçücük bir gelenek/ talep için bile kolumu kıpırdatamayacağıma karar veriyorum. Çünkü ben ve benim mutluluğum elalem'den daha değerli. Hepimiz öyleyiz. Bu vesileyle, ileriki günlerde paylaşacağım on beş dakika sürecek nikahıma gel(e)mezseniz tabii ki sizi anlayacağımı, size hak vereceğimi, yerinizde olsam aynısını yapacağımı ve kimsenin herhangi bir mazeret belirtmesine gerek bile olmadığını belirtmek isterim. Gelirseniz de isterim ki kendinizi en iyi hissettiğiniz kıyafetinizle, altınsız parasız, ama içinizden gelirse benim için yazacağınız tatlı bir paragraf yazı ile gelin. Çünkü onu ömrüm boyunca saklarım.''

Bu paylaşımdan sonra uzak-yakın arkadaş çevremden inanılmaz bir destek gördüm. İçimden geçenleri söylemişsin diyenler, ben istedim ama yapamadım bari sen yap diyenler, nikahlarında nasıl giyinmek istediklerini paylaşanlar oldu. Bir anda kendimi yeni ve heyecan veren tartışmaların içinde buldum. Beyaz gelinlik- yada elbise giyme ritüeline yuzlerce insanin gözü önünde karşı gelmenin zorluğunu konuştuk, ki çoğu kişinin vücudunu beyaz renk içinde harika hissetmediği bir sır değil. Ve gozlemledigim kadariyla gelinlik sarmalinin disina cikmaya cesaret eden kadinlar da davetlileri yakin cevresiyle sinirli tutuyor. Geleneksel gozlerin karsisinda `marjinal` olmak zor. Benim de aklima gelen ilk plan, gelinlik giymek ve kuafore gitmek istemedigim icin sahitler disinda kimseyi cagirmamak olmustu. Sonra, neden `anlamazlar` ya da `yadırgarlar´ korkusuyla kendimi kisitladigimi dusundum. Onemli olan biraz da toplulugun onunde ben buyum demek degil mi. Uzakta bir yerde barbie hikayeleriyle buyumus, kucuklukten beri prenses kiyafetleri giymis ergenlik caginda bir akraba kizinin belki ilk kez, bir dugunde prenses kalibina cuk diye oturmayacak bir kadin gormesi harika olmaz mi. Bu kisim gozume daha heyecanli gorundu.

Konuştuğumuz ve birbirimizi desteklediğimiz taktirde içimize sinmeyen her ritüeli sorgulayıp değiştirebileceğimizi fark ettim. Sadece konuşmalıyız. Neden kötü hissettiğimizi sorgulamalı, karşıt görüşlere rağmen paylaşmaktan korkmamalıyız. Dünkü paylaşımımdan sonra kadınlardan ve bazı erkeklerden gördüğüm dayanışma ve anlayış tedirginliğe düştüğüm konuları da aşmamı sağladı. Kuaföre gitmemek ve makyaj yapmamak konusunda kesin kararımı verdim. Sonra bu iyi hissi bulaştırmak ve yalnız değilsiniz demek istedim. Umarım bir gün, yüzlerce kişinin önünde bile, bu ne biçim gelin derler diye korkmadan her renkten kıyafetle evet dediğimiz günlerde buluşuruz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf