Rennes -şehirleri sevmek önemli 1
Burada hayat ilk günlerde
çok hızlı ve telaşlıydı. Önümde olup bitecekleri düşünmekten , karşıma çıkan
sorunları halletmeye çalışmaktan başka bir şey yapmıyordum. Kalacak yerimi
ayarladığım gün şehir merkezinde yaza
özel hazırlanmış şezlonglara uzandım yarım saat . İnsanlar güneşleniyordu.
Onlara bakmak bile huzur verdi.Yüzleri dertsiz tasasızdı; telaşlanmak, koşmak,
geç kalmak, hayal kırıklığına uğramak nedir bilmez gibi. Kafalarını kurcalayan
tek şey birazdan alacakları dondurmanın neli olacağı. En azından yanımda oturan
çift dakikalarca bunu tartıştı. Bu kadar huzurlu yüzü bir arada görmek
İstanbul’dan gelen birine fazla. Onlar gibi olmaya çalıştım yine de. Rölantiye
aldım biraz, öyle derler ya . İlk defa o zaman etrafımı, eski binaları, geniş
meydanları, insanları görebildim. Şehir bankalardan, yurtlardan,
sekreterliklerden ibaret değilmiş. İlk defa o anda sevdim Rennes’i.
Şehirleri sevmek önemli.
Yanında çok huzurlu olamadığın biriyle uzun bir yolda yürümek gibi bazı
şehirler; konuşsam mı konuşmasam mı bilemezsin ya, garip bir sessizlik olur.
Yabancı gelir sana. Artık ona alışıp sevebilmek için çok zaman geçirmen
gerekecektir, yoksa o garip sessizlik sürüp gider aranızda. Ten uyuşmazlığı,
dil uyuşmazlığı, doku uyuşmazlığı.. Ne dersen artık.. Bir de görür görmez
kanımızın kaynadıkları var. Şeytan tüylü, sempatik olanlar. Burası öyle geldi
bana, uzun sessizliklerimi zoraki cümlelerle doldurmama gerek kalmayacak
sanki.
Sonra şehrin sokaklarını,
otobüs duraklarını, barlarını,bisikletlerini, sivri çatılı evlerini sevmeye
geliyor sıra. Perşembe gecesi ikide mesela, birbirini ittirerek barlara girmeye
çalışan, çarptığında özür dilemek zorunda kalmadığın insanlarla karşılaştığında…İlk
defa gündüzün tüm kibarlığını üzerinden atıp binbir özür dilemek zorunda
olmadığın sıkış tıkış yerlerde.. . Dönecek tek bir otobüs kalmamışken herkes
hala sokaklarda cam kırıkları içinde şarkı söylüyorken… Başıma bir şey gelir mi
diye korkmadan eve yürüdüğünde sokakları seviyorsun. Bir kadının sokakları sevmesi
kulağa hiç hoş gelmiyor değil mi? Sokaklar erkeklere ait çünkü. Ben kalabalık
sokakları, gecenin gürültüsünü ve neşesini, eve huzur içinde saate bakmaksızın
yalnız yürüyebilmeyi seviyorum. Artık kim ne düşünürse.
Otobüsleri bile seviyor insan. Bazen şoför
önündeki bisikletli çocuğa tek bir korna çalmadan beş altı durak gidiyor. Onu tedirgin etmemek
için her şeyi yapıyoruz, o derece ki belki arkasında olduğumuzdan bile haberi
yok. Çünkü yolun sahibi otobüsten çok o bisikletli. Çocuk gözümüzün önünde sağ salim
okuluna ulaşıyor, otobüsün penceresinden bisikletinden inişini görebiliyorum.
Acelemiz yok; en azından birbirimize araba pencerelerinden küfredecek,
bisikletleri tedirgin edecek, kornalarla birbirimize sinir krizleri geçirtecek
kadar acelemiz hiç yok..
En garibini sona
sakladım. Hayatın azizliği, her yerde peşimizde. İlla ki aklımın ucundan
geçmezdi diyeceğin bir şeyler olacak, yoksa bu oyunun bir sonraki hamlesini
herkes tahmin edebilirdi. Yalnız geldiğini sandığın anda küçücük sınıfında bile
tek yabancı öğrenciyken, Nemrut’una kadar Türkiye’nin her yerini bilen üç
İstanbul aşığı ile karşılaşmak. Hatta biriyle bir sene boyunca Galatasaray’da
yan yana derslere girip tanışmamış olmak. Hayatın azizliği en güzel
yerinde bırakıyorum sandığın İstanbul’un Gezi parkıyla, çayı, boğazı, rakısı, mercimek
çorbasıyla ansızın karşına çıkması. Günler önce tanımadığın bu üç fransızın,
telafuz hatası yapmadan ‘Tayyip istifa, Gezi parkı bizimdir’ demesi. Hayatın en
güzel yanı, ‘’niye sokağa çıktın senin ülken değil ki’’ dediğinde, dayanışma
için diye cevap veren bu insanlarla geç de olsa tanışmak.
Şehirleri sevmek önemli.
Belki daha da önemlisi yabancı olduğunu zannettiğin şehrin bazen dar bazen
geniş sokaklarında, apartman dairelerinde ya da sivri çatılı evlerinde hiç
yabancı olmadığın insanların yaşadığını bilmek.
Yorumlar
Yorum Gönder