Gölgedeki köpek

Yeşili şanslıysam haftada bir görüyordum. Kedili park ismini verdiğim otuz kedinin dönerek oyunlar oynadığı bir parkta. Hafta sonu boş bir bankta oturuyor tasmalı köpekleri, bebek arabalarını, basamakları büyük bir dikkatle çıkan yaşlıları, el el dolaşan, birbirini çekip sarılan gençleri izliyordum. Bir şeyi ne kadar az görürsen o kadar çekici olur diyorlar. Denize nazır bir okulda kaç ders arası sırtımı gemilere dönüp küs gibi oturmuşumdur.Bugün oraya gider sırtımı döndüğüm günlere şaşarım. Bir karabatağa takılmıyor muydu gözüm, o batıp da takip edemediğim bir noktadan çıkarken derin düşüncelere dalmıyor muydum oturduğum yerde. Denizin uçsuz bucaksızlığına, karabatağın özgürlüğüne ve keyfiliğine iki çift laf etmiyor muydum içimden? Ne düşünüyordum onca zaman ben? Sosyolojinin ilk sınavı için hocanın derste vurguladığı yerleri mi, yoksa Jön Türkleri mi. Finalden  kaç alırsam sonunda şu devrim tarihinden geçebileceğimin hesaplarını mı yapıyordum?
Hafta sonları aynı denize uzun bir yürüyüş sonunda ulaşıyorum. Bu defa hem karabatakları hem denizanalarını seçiyor gözüm. Hep oradalarmış meğer. Şarkılı türkülü geçen turist teknelerine aldırmadan denizin hakimi olduklarını bilerek salınıyorlarmış.
Bugün daha yeşil bir yerdeyim. Bir köpek onun için hazırlanmış gölgede tatlı bir ikindi uykusunda.Onun için sıradan bir gün, benim için yeşille ve maviyle buluşma bayramı. Onun huzurlu uykusunu izliyorum biraz. Bunca yıl kaçırdığım buna benzer onlarca güzel an olabileceğini fark ederek. Kafamda bir süre sonra çözüme kavuşacak bir kaygı bulutu ile gözüm kör yürüdüğüm, yanımdan geçeni dahi görmediğim günleri hatırlıyorum. Onlar olmasaydı da bugün aynı yerde olur muydum? Birtakım endişeler beni dürtmemiş, gözüm açık zihnim ferah yürümüş olsaydım. Öyle yapacağıma inandığım gibi şiir yazsaydım akşamları denize doğru. Biri dinleyecek ya da beğenecek diye değil de kendime konuşsaydım. Denizle dost, karabataklarla sırdaş olsaydım. Aşık oldum da öldüm sanırken ölmezsin dediklerini duysaydım. Uçsuz bucaksız alemde benim aşklarımın da korkularımın da herkesinkine benzediğini söylediklerinde kulak verseydim. Konuşurken insan kimi zaman yalnız kalır da yazarken en azından kendiyledir diye düşünebilseydim. Anlatmaya, anlaşılmaya, hatta uzun uzun konuşmaya gerek kalmadan anlaşabilmeye hak ettiğinden fazla ehemmiyet vermeseydim. İnsanın anlaşılmazlığını kabul edip konuşarak hırpalamasaydım kendimi. İnsanın söylediklerinden çok söylemedikleri olduğunu her seferinde unutmasaydım.  
Bugün parkta yürüyorum, köpek uyuyor, derede kurbağalar. Onların sesini dinliyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf