Hoşçakal Lyngby




Son on iki yılda sayısını unuttuğum kadar okul yurdu ve ev değiştirdim. Üsküdar'da hacı amca komşularım da oldu, Ortaköy'de beyaz kapıma kırmızı rujuyla öpücük bırakan komşularım da. Kimi günler kahvaltıya Fethi Paşa korusuna yürüdüm Üsküdar'dan, kimi gün bir kahve bir croissant yedim kiliseli bir meydanın küçük kafesinde. Kimi zaman boğaza karşı para hesabı yaptım, kiminde harcayamayacağım kadar çok param oldu. Üsküdar'da yedi kat göklere yüz merdiven çıkarak gittim evime, Mecidiyeköy'de kulaklıklarımı takıp gökyüzünün lacivertini izledim. Rennes'de 9 metrekarelik odamda hayaller kurdum, ortak çamaşırhanede bir merhabayla başladı tüm arkadaşlıklarım, Nantes'ta kütüphane üstü teraslı bir evde akşamları tenis maçı izledim. 
Kendi dünyama kapanabildiğim sürece dokuz metrekarelik odayı da sevdim teraslı evimi de. Neye sahip olduğumdan çok ne kadar özgür hissedebildiğim önemli oldu. Bazı üç artı bir evlerde nefes alamadım, içinde kendim olamayacağım hiçbir lüks gözüme cennet görünmedi. Sevince de gördüğüm en ufak rengi karınca gibi evime taşıdım, benim olmadığını bile bile benim yapmaya çalıştım odalarımı.
Bu evde bu son gecem. Daha yeni, daha modern bir yere taşınıyorum. Görenler yeni taşınacağım evde eskisine göre daha mutlu olacağımı söylüyor. Neymiş yahu bu mutluluk diyorum içimden. Üç oda bir salon evlerinde ne yapıyor da bu kadar mutlu oluyor bu insanlar. L koltuklarında hangi şekil uzanıp hayat boyu özlemini çektikleri konfora kavuşuyorlar. 
Perdemi bir gün kapamadığım bu tahta evde, tahmin edemeyeceğim kadar çok mutlu oldum halbuki.  Dolunayı izleyerek uyudum geceleri. Adım attıkça gıcırdayan tahtalarda dans ettim, ikinci kattaki pencereme uzanan ağacın yazdan sonbahara, sonbahardan kışa hazırlanışını izledim. Bunca zaman hiç bakmadığım kadar dünyaya baktım. Başka bir evin televizyonlu odasına açılmadı ilk defa pencerem. Gökyüzünü izledim, geceye aşık oldum. Yıldızlara doydum. Kuzey yıldızını ezberledim. Düşündüm. Ağaçla birlikte düşündük. Herkes uyudu, biz gecenin ağır ağır aydınlanışını izledik. Çoğu gün alarm kurmadım. Sabah olduğunu iddia eden bir karanlıkta, inleye inleye çalmadı alarm ilk defa. Gecelerin gündüze karışmasına izin verdim.  Kuralları esnetebildiğim kadar esnettim bu evde. Güneşe hasret kaldım. Baharda taşınacağımı bildiğim halde balkonda baharı bekledim. En çok da yazdım. Bu saatte uyanılır mı diyecek gibi oldu içimden bir ses, uyanılır diye cevapladım. Bu saatte dışarı çıkılır mı ki diye düşündüm, bal gibi de çıktım. Issız sokaklarda korkmadan yürüdüm ilk defa. Yanımdan kimse geçmedi. Kimse yüzüme dik dik bakmadı. Kimseden korkuma kulağımdaki müziği kısmadım. Gece, hayatımda ilk kez benim oldu. 
Bugün bu evden ayrılıp başka bir evde başka bir maceraya başlıyorum. Yeni ev, yeni kütüphane, yeni göl, yeni bir park, yeni yüzler... Bu kaçıncı taşınma hesap edesim gelmiyor. Aklımda bıraktığım şehirler, evler ve yurt odaları. 
Odamı kalorifer böceklerinin bastığı yurtta, her şeyi boş verip uzun bir bisiklet turuna çıktığım akşamı hatırlıyorum. Durmaya yakın, yol ortasında düştüğümü, elbisemin altında dizlerimin kanadığını, yürürken titrediğimi, ağladığımı, bir tuvalette acıyla yaralarımı temizlediğimi. O yaz akşamı dizlerimi bantladıktan sonra, caddeye bakan bir barda sevdiğim insanlarla buluştuğumu. Kimsenin hiçbir şeyi öyle felaket haline getirmediği o akşam, beni dinleyip avuttuklarını, sonra güldüklerini. Beraber güldüğümüzü. Beraber gülünce sandığım kadar korkunç olmadığını fark ettiğimi. Yaralarımla ve böcek istilasına uğramış odamda yapayalnız hissetsem de üstesinden geldiğimi. Ben hep üstesinden gelirim diye düşündüğümü. Böyle düşünerek rahatladığımı. İnsanın en yakın arkadaşının yine ve hep kendisi olduğunu anladığımı.
Altı ayımı geçirdiğim bu tahta evde kendimle biraz daha arkadaş oldum. Her zamanki gibi ayrılık vaktinin geleceğini bilerek sevdim burayı. Bugün zaman geldi. Sadece gereklileri alıp yeni bir hayat kurmanın, orada telaşlanıp orada gülmenin, orada olası yaraları sarmanın ve orada kendimle biraz daha arkadaş olmanın zamanı. Dolunaylı geceleri ve bahçedeki çıplak ağacı bırakıp gidiyorum. Gitmek artık eskisi kadar hüzünlendirmiyor, korkutmuyor. Her gidişte kendime biraz daha yaklaştığımdan belki. Engebesi ve yokuşuyla, her yeniliği olduğu gibi kabul ediyorum. En kötü ne olur. Olmadık yerde yine düşerim, önce korkar ağlarım, sonra ilk iş yaraları yine kendim sararım. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf