Yeni ev, kaktüs, babam



Bugün eski dairemden yenisine eşyalarımı taşıdım.  Bisikletim arkada kaldı bir tek, birkaç gün için vedalaştık.Bisikletli hayata bu kadar alışacağım aklıma gelmezdi.  
Her zamanki tez canlılığımla  eve hemen yerleştim, şunu da sonra yapayım diye kenara bıraktığım her şey gece olunca bitmişti.
Yerleşme işi bittiğinde yakındaki marketlerden birine girdim. Kapının önünde tek kalmış minik bir kaktüs gördüm, üzerinde etiketi bile yoktu. İzlemeye doyamadığım ve ilgisizliğimle öldüremediğim tek bitkiyi aldım, kasaya götürdüm. Üzerinde etiket olmadığı için uzun süre fiyatını bulamadılar. Sonra da, bunu veremeyiz hem etiketsiz hem vazosunun altı kırık, dediler.  Kırıksa kırık. Yalnız ve kırıkları sevmesek kimi seveceğiz.Hem bir kaktüs ne kadar süre kırık kalabilir. Kızgın olur, sakin olur, kendi halinde olur ama o kadar da kırık olamaz sanki.
Kafadan bir fiyat uydurup eve götürmeyi başardım. Pencere önüne, beş parça kitabımın üzerine koydum. Bu evde daha az atıkla, kendime ve etrafıma daha az zararla, iyi düşünerek, iyiye ve güzele her zamankinden fazla inanarak, vücudumu dinleyerek, üreterek, yeniliğin gücüne bitmez tükenmez inancımı tazeleyerek yaşamak istediğimi düşündüm. Bile isteye düşünmedim de içimden öyle geçti şu kaktüse bakarken. Yeni bir insan olmadım belki ama, son aylarda kendi küçük dünyamda elimden gelen her şeyi, bu da yapılır mı diye şikayet etmeden yapmaya başladım. Önce çöplerimi ayrıştırdım. Doğaya saldığım çöp miktarını görünce şok oldum. Muzu poşete koyup satan marketlere öfkelendim. (Muzun kendi giysisi var ya canım). Neredeyse üç aydır et yemedim, az eşya ile yaşadım, hiç kıyafet almadım. Azla yaşayınca içim ferahladı. İki bavulla dünyanın her yerinde yıllarca idare edilebileceğine ikna oldum. Yeni bir insan olmadığım gibi kendimle çatışmalarım da tabii ki mucizevi şekilde bitmedi. Ama bugün ofiste birinin ekranında gördüğüm şu söz düşüncenin gücüne beni bir kez daha inandırdı. Buddha duruyordu ekranın köşesinde ve diyordu ki, '' The mind is everything. What you think you become'' Uzun zamandır, insan beyninin, bilinçaltının ve iç sesinin yaşarken önemini kavrayamadığımız kadar güçlü olduğunu düşünüyorum. Böyle düşünmemin büyük kısmına kendi hayatımda gözlemlediğim, inançlı insanların kader dediği ayrıntılar sebep oldu. Aslında kader değildi de, zihnim ne zamandır o yönde yoğunlaşmıştı zaten. Böyle bir sürü örnek var, ama örnek dediğimiz çoğu zaman işe yaramaktan çok anlam eksilmesine yol açıyor.
Birkaç gün önce babamın gelişini fırsat bilmiş, sevdiğim köşe bucağı ona gösteriyor, gösterdikçe heyecanlanıyordum. Gündüzleri kilometrelerce yol yürüyor, kimi zaman bıdı bıdı konuşup kimi zaman kendi sessizliğimize gömülüyor, ikimiz de bu durumu yadırgamıyorduk. Akşamları Zeki Alasya -Metin Akpınar kabaresi izleyip, kırk yıl önce aynı meselelerin bugünden daha özgür tiye alınabildiğini konuşuyorduk. Her akşam bir bölüm izledik, Yasaklar, Deliler, Beyoğlu Beyoğlu... Onunla bir bira eşliğinde geçen eğlenceli akşamları ve güldüğümüz her şakayı unutmamak üzere derinlere bir yere sakladım.
Trende giderken ikide bir, Çok ilginç bir öykü yazdım, sana okutayım mı, dedim. Sonra akşamı bekleyemedim, yol boyu anlattım. Anlatırken bir şeyler istediğim gibi olmadı, yerine oturmadı. Yazarken çok daha güzeldi. Konuşurken demek istediklerimi istediğim şekilde diyemiyordum, öfkeleniyordum. Yine de babam güldü. Çok ilginçmiş, dedi. Bu fikir gecenin köründe aklıma geldi dedim.  İnsanın aklına en güzel fikirler olur olmaz zamanda geliyor. Ve insan ne üretirse üretsin sevdiği biri bakınca gözleri parlasın diye yapıyor.
O gün kanal kenarındaki renkli evlere yürüdük. Yukarıdaki ağacı gördüm. Durup uzun uzun seyretmek istedim. İstediğim zaman seyredebileyim diye fotoğrafını çektim.

Küçükken Osmanlı Tarihini hep babama sorardım. Tarihçi olmadığı halde bazı detayları çok iyi hatırlardı. Hafızasının gücüne şaşar kalırdım. 
Kopenhag'da iki güzel saray var. Seveceğini bildiğimden en fazla zamanı tarihin gölgesinde geçirdik. Ben sarayları hiç sevmem, binlerce insanı barındırabilecek bu gövde gösterisinin üç beş insanın tekelinde olmasına her gördüğümde tepem atar. Güçmüş, ihtişammış, iktidarmış. Kazara bir yerin kraliçesi olmadım diye her gün seviniyorum. Ama yukarıdaki kraliçenin halılarını sergileyen odayı beğendim. Renklerin içinde bol bol yüzdüm. Renkler konusunda kraliçenin halılarından geri kalmayan anne örgüsü kazağımla övündüm. 
Babam ülkeye dönerken aklımda bu fotoğrafı kaldı. Hem orada hem değil. Ne düşünüyor, nereye bakıyor. Gülümsüyor mu. Gözleri açık mı kapalı mı. Objektife bakabilmiş mi. Bilmiyorum. Sadece onun orada olduğunu biliyorum. Orada olması yetiyor. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf