Doğum günü

7 Mayıs 2022, Kopenhag

Bugün benim doğum günüm. Sekiz yıldır bu güne yalnız hissederek uyanıyorum. Sekiz yıldır kendime ve başkalarına, bugün neden kötü hissettiğime dair bahaneler uydururken yakalıyorum kendimi. İnanmak istediğim bir ses, ilgi çekmekten hoşlanmadığını, bunu kutlanacak bir gün olarak görmediğini, küçüklükten beri zaten doğum günlerine hiç değer vermediğini söylüyor. Bazen o sese kısa süreli de olsa inanıyorum. Hızla tüketilecek, dikkat dağıtan bir dizi izleme ihtiyacı gibi, kendimi kaptırıp kafamın içinden dolaşan hatıraları susturmak kolayıma geliyor. 

Bugün yabancı bir evde erkenden uyandım. Balkonun aralık kapısından serin hava odaya dolmuş, içim ferahladı. İyi hissediyorum dedim yüksek sesle. Birkaç gündür baktığım kedilerden biri yatağa atladı, üzerime çıktı. Kafasını çeneme dayadı, dayadığı yerden öptüm. Terli avucumdaki siyah kedi tüyüne bakarken bugün ne yapacağım diye düşündüm. Üzerimde her normal insan gibi mutlu olma, bir plan yapma baskısı var. Arkadaşlarla, aileyle, birileriyle toplaşıp pasta kesme, sohbet etme, paketlenmiş hediyeler varsa onları açmak için heyecanlanma...

Birkaç iyi arkadaşım, eşimin annesi, kız kardeşi, doğum gününü nasıl kutlamak istersin, bir planın var mı diye sordu birkaç gün önce. Beni kafası karışmış görünce bir araya geleceğimiz planlar yaptılar. Hiçbir şey yapmak istemiyorum diyemedim. Neden diye soracaklardı yine. Pasta fikri canımı yakıyor diyemeyecektim. Ona de neden diye soracaklardı. Her soru daha uzun, daha detaylı, gerçek bir cevap gerektirecekti.  Kendime bile yalan söylüyordum oysa ben. Onlara nasıl anlatacaktım. Yine başkaları kırılmasın, bana çok soru sormasın, her şey normal görünsün diye benim için yapılan planlara ayak uydururken bulacaktım kendimi.

Bugün hiç normal hissetmiyorum. Hayata gözlerimi beraber açtığım ikiz kardeşim, sekiz sene önce, dünyadaki 24'üncü yılında, buradan sonsuza dek ayrıldı. Nereye gittiğini hala bilmiyorum. Ruhun sonsuza dek yaşadığına, ya da bizi bir yerlerden izlediğine, bir gün bir şekilde bir araya geleceğimize inanmak istesem de inanamıyorum. Belki bunlara inansaydım, dünya üzerindeki varoluşumu her sene bir heyecanla kutlamaya devam eder; ben büyür, değişir, kendimin bile şaşırdığı bir insana evrilirken, ona -kafamdaki ve kalbimdeki sonsuz yerin ötesinde- ne olduğunu bilmesem bile, bir umut pasta üflemeye devam edebilirdim. 

Dokuz yaşından ayrılığımıza dek, birkaç istisna dışında pastamızı her yıl yan yana üfledik. İlkokul zamanı, daha Mayıs ayı gelmeden geri sayıma başlardık. Her çocuk gibi en çok alacağımız hediyeler heyecanladırırdı bizi. ''Doğum günüm'' demek kulağıma hala garip geliyor. O kadar uzun süre sadece ikimize ait bir şey oldu ki, hikayemi bilmeyen insanlarla konuşurken bazen ağzımdan kaçıyor, günümüz diyorum hala.  Çocukluk hikayelerimin hepsinde benden çok biz var. Annem bizi doğurduğunda, biz anaokuluna giderken, bizim arkadaşlarımız...O yüzden anlayamıyorum doğum gününde ne yapacaksın diye sorduklarında. Bilmiyorum artık ne yapacağımı. Sorabileceğim kişi de yok. 

Ayrılığımızdan birkaç sene önce bir ritüel geliştirmiştik. İstanbul'da birlikte olduğumuz günlerde sevdiğimiz bir pastaneye gidiyor, karşılıklı oturuyor, birbirimize birer dilim pasta ısmarlayarak sohbet ediyorduk. Galata'ya bakan terasta oturmuştuk bir kere, bir kere de Beyoğlu'nda kalabalık bir pastanede zorlukla kenar bir masa bulmuştuk. Bu halimizi büyük kutlamalardan, hediyelerden, büyük kutlama ortamlarının söylemek istenilip de söylenemeyen sözlerinden daha fazla sevmiştim. Sadece hayata gelişimizi değil, birlikte gelişimizi; hayatın bir mücadeleye dönüştüğü anlarda hiçbir şey yapamasak bile en azından güzel bir kafede karşı karşıya oturabilecek oluşumuzu kutluyorduk. 

Bugün, belki o ritüele dönebilirim diye düşündüm. Giderim sevdiğim bir pastaneye, duvar kenarında küçük bir masaya ilişirim. En sevdiğim pastayı seçerim menüden. Ani bir manevrayla değişen her şeye inat, diğer günler yaptığım gibi bugün de kaldığım yerden devam ederim. Bunları düşünürken eşim aradı. Bir anda aklıma gelen bir fikirle onu sevdiğim bir pastaneye çağırdım, karşılıklı oturup iki dilim pasta yiyelim mi diye sordum. Hiçbir şey sormadan tamam dedi. 

Öğleden sonra kafede buluştuğumuzda, aileyle planlanan kutlamayı iptal ettik. Menüden böğürtlenli pasta seçtim. Ona da limonlu söyledik. Ben sessizce yerken karşıdan elime uzandı. Şimdi gerçekten iyi hissediyorum diye düşündüm. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf