Faroe Adaları



Faroe Adaları ,Birleşik Krallık, İzlanda ve Norveç arasındaki üçgen bölgede bulunan ve irili ufaklı 18 adadan ulaşan bir ülke. Danimarka'ya bağlı olduğu için Danimarka üzerinden vize alınarak seyahat edilebiliyor. Schengen vizesi, hatta Danimarka oturumu bile yeterli değil. 
Uzun bir süre vize koşullarına bakmamıştım, elimi kolumu sallayarak gidebileceğimi sanıyorum. Neyse ki yeterli bir süre önce vize gerekliliğini fark edip başvurumu yaptım. Bu bana Faroe Adalarının turist için yanıp tutuşmadığını düşündürdü ya da en azından Avrupa dışı turistlerden bir nevi korku duyuyorlar.
Özellikle farklı adalarda karavanla gezdiğimiz sürede, insanların izole, iletişime pek açık olmayan hallerinden bu kapalı kültürü daha iyi anlayıp neden turistlere çok sıcak bakmadıklarını da görebildim. 
Karavanımızı park ettiğimiz, görece insandan uzak yerlerde bile yerel halk birbirini çok iyi tanıyor ve arazilerine gelip yerleşen yabancıları bir şekilde göz ucuyla da olsa denetim altında tutuyorlar. Bunda yaşadıkları tertemiz doğayı koruma endişesi olduğuna da eminim.




Öncelikle başkent Tórshavn'da vakit geçirdik.  Tórshavn, Faroe Adaları'nın en büyük şehri. Şehrin nüfusu yaklaşık 25.000 kişi ve 10. yüzyılda Vikingler tarafından kurulmuş. Şehrin en temel geçim kaynağı balıkçılık olduğu için her yerde av düzenekleri, satış tezgahları görmek mümkün. 
 


Mayıs ayında hava sonbahar gibiydi. Bir açıp bir kapayan, yağmurdan güneşe, güneşten fırtınaya dönen kararsız bir havası var. Adalar yıl boyunca rüzgarlı, bulutlu ve serin oluyormuş; yılda ortalama 210 gün yağmurlu veya karlı geçiyormuş. O yüzden süper sıcak, bizim anladığımız şekliyle ada havası beklememek gerekiyor. 
Mayısın ortasında iki kazak üzerine bir yağmurluk, ve su geçirmez botlar ile üşümeden rahatlıkla dışarı çıkabildim. Bazı anlar, en zorlayıcı kısım rüzgardı. Özellikle yürüyüş rotalarını takip edip doğanın içinde kaybolurken rüzgar zorlayıcı olabiliyor. Çünkü Faroe Adalarında aslında ağaç yok. Şehrin merkezinde ya da bazı evlerin bahçelerinde görülebilen ağaçlar dışında, alışık olduğumuz yemyeşil ağaçlarla kaplı manzaralar yok. Bu da adaları oldukça ilginç ve aşırı rüzgarlı kılan yönlerden biri. 

Faroe Adaları aslında Koyun Adaları demek, bütün adalarda serbest dolaşan ve genelde analı çocuklu otlanan koyunlara rastlamak mümkün. 70 binden fazla koyun bulunuyormuş. Bizim konaklamaya karar verdğimiz her yerde yüzlerce koyun hep etrafımızdaydı. İnsanlardan pek korkmuyorlar, ama yine de temkinliler. Onların bulunduğu istikamete doğru yürüdüğümüzde yön değiştirip kendilerini garantiye almaya çalıştılar. Bu kadar özgür, doğanın içinde istediği gibi dolaşan hayvanlar görmek çok hoşuma gitti.



Beni en çok şaşırtan adaları birbirine bağlayan upuzun tüneller oldu.  Tüneller sayesinde adaların pek çoğunu kolaylıkla gezebildik. Hatta bir tünelde döner kavşak bile vardı. Nufusu bu kadar az olan ve turizm alanında çok bir beklentisi  var gibi görünmeyen adaların neden tünellere bu kadar yatırım yaptığını anlayamadım. Feribotlarla da oldukça rahat bir yerden bir yere seyahat edilebilirmiş aslına. Yerel halk tünelleri bir mühendislik harikası olarak görüyor ve oldukça gurur duyuyorlar. 



Karavanla ilk defa seyahat ettim. Tam techizatlı ve konforlu bir karavan olması, dışarıda hava genelde yağışlı ve rüzgarlı olduğu için çok işimize yaradı. Karavan hayatı gerçek bir yaz ayında eminim çok daha güzel oluyordur ve idare eder durumda bir karavan seyahat için yeterli olur. Özgür olmak, bir adadan diğerine rahatça gidebilmek, uyumak istediğimiz yeri keyfimize göre seçebilmek, özellikle Faroe Adalarında harikaydı. Çoğu zaman bir şelale kenarına, çimenlerde otlayan koyun sürülerini izleyebileceğimiz yerlere park edebildik. Zorlayıcı tarafı da hava koşullarından ötürü zamanın çoğunu dar alanda geçirmek, yemek, bulaşık gibi küçük işlerin karmaşık hale gelmesi oldu. Bu da sanırım karavan hayatına alışık olmamakla alakalı. Dar mekan kullanımını muhtemelen zamanla öğreneceğiz. Yine de 1 haftalık bir karavan hayatından, çok uzak olduğum bir konu olduğu halde bir sürü şey öğrendim. 




Bir de benim için gezinin en akıl almaz kısımlarından biri, aşağıda güç bela fotoğrafını çekebildiğim helikopter macerası oldu. Faroe Adalarının en solunda kalan küçücük bir ada olan Mykines'e, muhteşem bir doğası ve sadece orada yaşayan bir kuş türünü görmek için gitmiştik (kendisi de aşağıdaki fotoğrafta).
Bizimle birlikte 50 ye yakın kişi feribottaydı ve profesyonel kameralarla bu kuş türünün yuvalandığı tepeye tırmanıp orada saatlerce foroğraf çekebilmek için beklediler. (Rüzgardan yürüyebilmek bile o kadar zordu ki çok sempatik de olsa bir kuş fotoğraflayacağım diye orada beklemek bana pek çekici gelmedi. Dünya haliyle gördüm mü gördüm. Bu kadarı bana yeter. )

Sabah ulaştığımız adaya dönüş ancak akşam feribot seferiyle yapılacaktı, arada başka bir sefer de yoktu. Adada uzn bir gün planlarken, hiçbir açık mekan olmadığını ve havanın soğuk ve rüzgarlı oluşunu hesaba katmamışız. Yaklaşık 4-5 saat sonra, adanın her yerini gezmiş, aşırı üşümüş ve yorulmuş haldeydik. Isınacak, bir şeyler içecek bir kafe aradık, bulamadık. Durum bizim için iyice kritik hale gelmeye başlamışken, adaya inmek üzere olan bir helikopter gördük. Çılgın bir fikirle helikoptere doğru koşmaya başladık. bir soralım belki belli bir ücret karşılığında bizi de alırlar, adanın zaten tek bir havalimanı var, oraya bırakırlar diye geçti aklımızdan. Çok üşümenin ve yorulmanın da bu ani cesaret halinde büyük etkisi olabilir. Ada küçücük olduğundan sesi takip ederek helikooterin indiği pisti bulduk. Hatta tekrar kalkışa hazırlandığını anladık. Bir deli cesaretiyle, girilmesi yasak alana doğru el sallayarak koşmaya başladık. Aşırı gürültüden kimse sesimizi duymuyordu. İki kişi helikopterin açık kapısı önünde dikiliyordu. Sonra, hiç beklemediğimiz bir anda gelin işareti yaptılar. İnanamaz halde kapıdan içeri girerken elimize kulaklıkları tutuşturdular. Oturup  kemerimi bağladığımda nasıl oldu da bizi de aldılar hala inanamıyordum. Pilot uçaklarda duyduğumuza benzer bir anons geçerek yolculuğun süresini, ineceğimiz yeri vs gayet resmi bir şekilde anlattıktan sonra ekledi; Bugün bizimle seyahat ettiğiniz için teşekkür ederiz ancak lütfen iniş yaptığınızda havaalanında herhangi bir ödeme yapmaya kalkmayın, çünkü aslında siz burada hiç olmadınız.  Yanındaki yardımcı pılotla, karşımızda oturan operatör gülüştüler, herkesin çok keyifli bir hali vardı. Sanırım onlar için de her zaman yaşadıklarından ayrı bir heyecan, tecrübe oldu. 

Seyahat etmeyi düşünenler için Temmuz- Ağustos zamanı gitmek, fiyatlar aşırı yüksek olsa da, yaza benzeyen koşullarda seyahat etmek daha güzel olabilir. (Özellikle rüzgar-yağmur ikilisini sevmeyenler için)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf