30'ların başları- kendini keşfediş ve iyileşme


Bazen bana böyle bir odadaymışım gibi geliyor. Gözlemlediğim hayat, beni çevreleyen, sarıp sarmalandığım dünya hem çok karanlık hem de büyük bir partide gibiyim; bir sürü renk, insan, olasılık ve duygu var. Nereye bakacağımı, hangisine hayranlıkla şaşıracağımı, neyin peşinden gideceğimi şaşırıyorum. Birini seçsem diğerini merak ediyorum. Sonra kendimi yatıştırıyorum. Her şeye vaktim var. Aceleye gerek yok. Bunca zaman ettiğim acelenin de vardığı bir yer olacak sandım olmadı. Geç kaldığımı sandığım anların düşündüğüm kadar büyük bir önemi yokmuş. 

Bu karanlık ama heyecan verici partide gözlerimi kapıyorum. Etraftaki gürültüyü, hareketi, ben dursam da durmayan ayak seslerini, oradan oraya gidip gelmeleri duyuyorum. Her şeyin hem böyle dışında hem de tam ortasında olmak hoşuma gidiyor. 

Kafa yorduğum, cevap aradığım bir sürü şey oluyor gün içinde. Umursamadığımı sandığım şeyler bile aklıma takılıyor. Saatlerimi o düşüncenin etrafında dönüp durarak geçirdiğimi çok sonra fark ediyorum. Bilmiyorum, ne gerek var tüm bunlara. Partinin ışıkları hala yanarken, hala buradayken ben, karanlıktan korkmak yerine kendimi ışıklara bırakmak daha iyi değil mi.

Ne zamandır olacaklar ve olabilecekler için korkup durmayı bıraktım. Bu, doğup büyüdüğümüz ülkeden, orada doğup büyümüş insanlar tarafından yetiştirilip çevrelenmemizden kaynaklanıyor çoğunlukla. Bilinmezliği sebebiyle karanlık görülen geleceğe bir adım atamayışımızın müsebbibi kafamızın içine yerleştirdikleri o susmayan ses. Ya şöyle olursa, ya böyle olursa...

Ya şöyle olursa diye korkarak kafayı yediğim hiçbir şey gerçekleşmediği gibi, hiç aklıma gelmeyecek, varlığını bile bilmediğim konulardan kayıplar yaşadım. İnsan önceden akıl edersem çok acı çekmem ya da önleyebilirim sanıyor. Hayatın bu şekil bir kontrol yanılgısıyla işlediği anlar çok kısıtlı. 

Ya şöyle olursa diye gecenin köründe gözümün önünde beliren senaryoların eşdeğer korkunçluğunda olanları gerçekleşti. Yeni bir ülkede işsiz kalmak, adını dahi duymadığım bartholin yüzünden ameliyat olmak, yabancı bir hastanede sigortamın geçerli olup olmayacağından emin olamadan birkaç gün geçirmek, ben bu binlerce kronu nasıl ödeyeceğim diye korkmak, nasıl halledeceğimi bilemediğim yükümlülüklerin altına girmek... Bunların hepsi oldu, hiçbirinde de yaşayacağımı sandığım kadar korkunç bir travma yaşamadım. 

Partinin ışıkları bazen belirginliğini yitirip karanlık ağır basar gibi oluyor. Olsun. O zaman da köşeme kıvrılıyor, benden iyi bilenleri okuyup dinliyor yeniden ayağa kalkmayı bekliyorum. Yeniden ayağa kalkacağım anın çok uzak olmayacağına inancımı hiç yitirmiyorum. Sonunda hep partinin ışıkları yeniden görünüyor.

***



Budapeşte'de duygular hakkında bir eğitime katıldım. Özel hayatta ve iş hayatında korku, kaygı, üzüntü gibi duyguları nasıl ifade edip yöneteceğimizi konuştuk. Konunun ilginçliği bir yana, katılımcıların profili ve tecrübesi beni çok etkiledi. Çoğu otuz yaş üstü, Doğu ve Batı Avrupanın farklı ülkelerinden öğretmenler, sivil toplum çalışanları, tur rehberleri vs katılmıştı. On beş farklı ülke onu aşkın farklı dil vardı. Konu kültürlere, hangi dilde ne nasıl söylenir, hangi ülkede hayat nasıla geldğinde pek çoğunun beşten fazla ülkede eğitim ya da iş amacıyla yaşadığını fark ettim. Başta bunun tamamen Schengen rahatlığından kaynaklandığını sandım. Ama sırf sınırlar açık diye Batı Avrupa; Romanya'dan, Bulgaristan'dan, Moldova'dan gençlerle dolup taşmıyor. Başka bir ülkede, başka bir dilde yeni bir hayat kurmanın fiziksel ve duygusal şartlarına hazır hissetmek ve böyle bir kararı vermek her şekilde zor. Tanıştığım Avusturyalılar ve Italyanlar, Bükreş'teki hayatı bilen, Polonya kültüründen konuşabilecek kadar orada yaşamış kişilerdi. İşin bu kısmı daha çok hoşuma gitti.  Bir insanı yaşadığı ülkenin şartlarından daha kötü bir ülkede yaşamaya yönlendiren şey büyük bir motivasyon olmalı ya da büyük bir merak. Böyle meraklı, konforunu hiçe sayarak kendini maceraya bırakmış kimseler bana ilham veriyor. Onları dinlerken kendi tasarılarım daha mümkün göründü gözüme. Hiç susmasınlar istedim.

***

Budapeşte'den sonra Helsinki'de bir proje toplantısına katıldım. Budapeşte ne kadar ilginç ve genç insan doluysa Helsinki toplantı grubu o kadar yaşlı ve yeni diyebileceğim hiçbir fikrin kafamda canlanmasına fırsat vermeyecek kadar sıkıcıydı. Helsinki'de kendi kendime geçirdiğim zaman haricinde hiç eğlenmedim.

Bir şey her geçen gün iyice dikkatimi çekiyor. Diğer partlerlerle yaptığımız büyük proje toplantılarında 20-35 yaş grubuna hala yer yok. Tek tük ben ve benim gibi birkaç kişi oluyor, hepimiz birlikte 'alanında uzman', konuyu bilen ancak o konu haricinde çoğu gelişmeden bihaber kalmış insanları dinliyoruz. Sürdürülebilirlikten konuşuyor, her yere 1 günlük toplantı için uçuyoruz. Cinsiyet eşitliğinden konuşuyor dilimizi kadın ve erkeğin ötesine geçiremiyoruz. İkiliklerin dünyasında başka cinsiyetlerden ve ilişkilenme şekilllerinden habersiz konuşuyor da konuşuyoruz. İçim şişiyor. Bir yerde söz alıp neden hep binary düşünüyoruz, kendini kadın ya da erkek olarak tanımlamayan bir sürü insan var diye bir yorum yapacak oluyorum, boş bakışlarla karşılaşıyorum. Bunun yeri mi, zamanı mı, ya da bu o kadar önemli değil der gibi. Gençleri ve gönüllülüğü ele aldığımız bir projede bu önemli değilse ne önemli. Bazen başkasını dinlemeye, esnek düşünmeye, alan açıyormuş gibi davranmayıp gerçekten alan açmaya gönüllü kişiler haricinde bu diğer, işini çok iyi bilenlerin, senelerce üniversitede binbir tane benzer proje yönetmişlerin, kırk yıldır aynı şeyi söyleyenlerin neden gitmediğini merak ediyorum. Dünya kırk yıl aynı şeyi söylemenize müsaade edecek bir yer değil artık. Bazen bunlar içimde patlamasa da nerede patlasa diye düşünüp duruyorum. Tecrübe diye diye iki adım ileriye gidemeden yönetiyorlar her şeyi. her yerde. 

***

Bazen eski hayatımı, eski alışkanlıklarımı düşünüyorum. Ben yine bana benzeyen bir şeydim. Benzer isteklerim vardı hayattan. Sürekli gözlem altında olduğumuz ofislerde çalışıyor, kart okutup geçtiğimiz kapılardan geçiyor, bitmek bilmeyen bir trafikle cebelleşiyordum. Hele bütün bunların evden kolaylıkla yapılabilecek işler olduğunu gördükten sonra geçmiş hayatımla şimdiki arasındaki uçurum iyice büyüyor. Alelacele servise binmek için tırmandığım yokuşlar, kaçırırsam en az bir saat sıkış tepiş otobüs yolculuğu ve gürültülü bir trafik çekeceğimi bildiğim servis...Yaptıklarımız zorunlulukların gölgesinde sorgulanmadan kalıyor. Ki ben sabah yarı uykulu bindiğim servisi, çektiğim yolu, gözümü açamadan attığım mailleri kendimle ve herkesi de içine katarak sorguluyordum. Kafam bir türlü durmuyordu. Bir sürü neden ve bu böyle olmamalı dönüp dolaşıyordu zihnimde. Kendimi sorguluyordum bende mi bir sorun var diye. İnsanların yıllarca sürdürebildiği bu düzeni ben neden sürdüremiyorum. Neden içimde bir ses hiç susmuyor bana yanlışları sayıp döküyor. Sesin etkisinde kaldıkça öfkeleniyor bir çıkış yolu arıyordum. Tam da o susmayan ses beni çıkış yoluna taşıdı. Bazen bir konuda ısrarcı bir ses varsa onu dinlemek gerekiyor. 

Hayatımda huzursuz olduğum, değişmesini istediğim ne varsa bir anda değişti. Çılgın Mecidiyeköy trafiğinden tatlı bir bisiklet trafiğine, gözlem, otorite, hiyerarşi dolu iş ortamlarından, düz bir düzene, birbirimize ünvanlarımız, yaşımız için saygı duymak zorunluluğunda olmadığımız bir iş ortamına düştüm. Düşüşüm öyle sert oldu ki kendimle beraber eski alışkanlıklarımı da getirmişim. Hata yapmayı, mükemmel olmak zorunda olmadığımı, tepemde her hareketimi gözlemleyen biri olmadığını gerçekten idrak edip tavırlarıma yansıtabilmem çok uzun sürdü.

Artık daha iyiyim. Yine de derime işlenmiş bu korkulardan tamamen muaf değilim. Ülkenin iş ortamının, aile-okul sisteminin ben farkına varmadan öğrettiklerini bir kambur gibi bir müddet daha sırtımda taşıyacağım. Yanlış öğrendiklerimi düzeltmeye çalışmakla geçiyor 30lu yaşların başları. Sanırım adının iyileşme olduğunu bilmeden kendimi buna hazırlıyordum. Bir şeyin gelmesini, bu şeyin ben uğraşmadan bana gelmeyeceğini, bunun bir piyango olmadığını, tesadüf eseri kimsenin kendini bir iyileşme sürecinde bulmayacığını hissediyordum. İyileşme yolu böyle bir hayat tarzı için büyük riskler almaya hazır kişiye görünür, biraz daha kolay ulaşabilinir oluyor. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf