Kısa bir tatil



Bugün hava yağışlı ve öyle olması işime geliyor. Hafta sonu çalışmak için motive olmak başka türlü mümkün değil. Temmuz ayı benim için iş ve son anda planladığım kısa tatillerle oradan oraya koşmakla geçiyor. Arada güçsüz düşüp hasta oluyorum, bir şey olmamış gibi devam ediyorum. Üzerine o kadar çalıştığım halde hala, biriken işlere yetişemiyormuşum, yeterince zamanım yokmuş gibi hissediyorum. Oysa hiçbiri aşırı zaman alan, halledemeyeceğim meseleler değil. Pek çoğu öteleme kurbanı. Yapılıverse birkaç saat sürecek işlerin ertelenip kafada kirli çamaşır yığını gibi üst üste binmesi. 
**
Liina ile buluşup Kristine'nin Bornholm'daki evine gittik. Kristine yıllardır Danimarka'ya bağlı bu sevimli adaya hayrandı. Biz Kopenhag'da beraber yaşarken ve o, evin en küçük odasında bir buçuk kişilik yatağı ve kitapları ile kendine büyük bir dünya kurmuşken ara sıra Bornholm'da yaşamak istediği evden ve bahçesinde yetiştireceği sebzelerden bahsederdi. Eş zamanlı bir diğer hayali de Kosta Rika'ya gönüllü olarak gidip bir yoga topluluğuna katılmak olduğu için, dinlerken hayalleri için sevinir ancak gerçekleşmesi kısmına hiç odaklanmazdım. Zaten hayaller gerçekleşmeleri için yoklar. Gelecekte idealize ettiğimiz, düşüncesine bile hayranlık beslediğimiz başka bir versiyonumuzun şimdikinden iyi yaşayacağına olan inancımızı dinç tutmak için bir kenarda yanıp sönüyor hayal ışıkları. Ben de Kristine'yi dinlerken onu tarif ettiği yerlerde düşünüyor, anlattıklarının olup olmayacağı ile ilgilenmiyordum.
Beni şaşırtacak kadar kısa bir sürede Kopenhag'daki hayatını birkaç bavula sığdırıp daha ev bile bulamamışken Bornholm'a, ev bulana kadar bir hostelde yaşamaya gitti. Bir aya yakın içine sinen, bahçesi geniş bir ev aradı. Şimdi nihayet elma ağacının kenarına kurduğu hamakta kitap okuyup, bir köşede kendi domatesini, biberini büyütebiliyor.
Son iki gün evinin ve bahçesinin güzelliğinden öte beni etkileyen bu oldu. Elma ağacının çimlere uzanmış, yükünü taşıyamayan heybetli gövdesini izliyor, daha iki sene önce bir oturma odasında dinlediğim hayalin içindeyim diye düşünüyordum. Hayatta kimi zaman ucuca eklenen hayal kırıklıklarının karşısına böyle büyük bir kişisel zaferin çıkıvermesi yola devam etmeyi kolaylaştırıyor. 

Liina ve Kristine ile kendimizi saatlerin ağır akışına bıraktığımız iki gün geçirdik. İkisi de hayatı keyifli hale getiren anların uzayıp, bitmemesi için dört bir yana çekiştirilmesi işini iyi beceren insanlar. Onlarla öğleni bulan kahvaltı masasına oturmuş bir kahve daha içerken bu yavaşlığın, yeni bir adada olsak bile bir şeyi kaçıracağım, hemen her şeyi görmeliyim stresinin olmayışının keyfini sürdük. İyi ki bu iki kadınlayım diye düşündüm. Bazı seyahat arkadaşları ''..... da mutlaka yapılması gerekenler'', ''.....'nın en iyi restoranları, barları, plajları'' gibi, bir yeri seçersen diğerinin daha iyi olabileceğine dair durmaksızın pompalanan korkunun ayaklı taşıyıcısı oluyor. Onlarla geçirilen günlerde her saat verimli değerlendirilmeli. Gittiğim yeri keyif almıyor olsam bile en iyi yönleriyle keşfetmeli, eve döndüğümde yapılacaklar listesini tamamlamış olmalıyım. Böyle hissettiğim insanlarla seyahati yirmilerin başlarında tolere edebilir, belli noktalara kadar ayak uydurabilirken artık kendi huzurumu önceliklendirmeyen keşifler umurumda değil. 

Saatler süren kahvaltımızdan sonra, öğlen ikiye doğru bisikletlerimizi alıp yarım saatlik, plaja uzanan bir bisiklet yolculuğuna başladık. Yeşilin ortasına açılmış tatlı bisiklet yolu, hiçbir engele takılmadan bizi ince kumlu uzun bir plaja çıkardı. Görür görmez sevdim. Büyük otellerin özel plajı haline gelmemiş, hepimize ait, tertemiz, birbirimizin alanına saygı duyduğumuz bir yer. Böyle anlarda çocukluğumun Alanya, Side tatil anıları üşüşüyor aklıma. Gökyüzünün bir anda bulutlarla örtülmediği bol keseden bir güneş, tadı damakta kalan sulu karpuzlar, mısırcıdan el yakan bir mısır, şezlongda cayır cayır yanana kadar her tarafa dönüşüm, bronzlaşma çabalarım, güneş sonrası kremlerim, kendimi defalarca o zamanlar soğuk sandığım sulara korka korka atmalarım..İsmi aynı olsa da artık yaz başka bir anlam taşıyor benim için. Güneşin tepede oluşuna öyle hemen güvenemiyorum. Her an yağmur bulutlarının ardında kalabilir, güneş kremi kullanmama gerek yok, tatlı bir bronzluk Antalya güneşine alışmış cildime acısız yayılıyor. Kimsenin bakışıne gürültüsüne maruz kalmadan özgür bir kadın gibi hissedebiliyorum plajda. Üstümü kabine bile gitmeden değiştirebilmem, seçtiğim bikinilerin 'davetkar' kabul edilmeyeceğinden emin olmak, vücudumun herkesinki gibi sadece bir vücut olduğunu hissedilmek çok özgürleştirici. Bir yandan da karpuz almaya korkuyorum. Çocukluğumun kıpkırmızı lezzetli karpuzlarının anısı pembeden kızıla geçiş aşamasında olan tatsız karpuzla yer değiştirmesin istiyorum. Kendimi durmaksızın arkadaşlarıma Türkiye'den yaz örnekleri verirken yakalıyorum. Öğle saatlerinde sıcaklar yüzünden dışarı çıkamadığımız günler, artık yaz kabul edip kendimi plaja attığım yirmi derece güneşli hava ile, on yedi derece deniz suyunun bizde sonbahar sayılabileceğini... Bu derin farklar bana hala çok ilginç geliyor. 

**


 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf