Kar yağan günler

 


Kar yağışını eğer o gün oradan oraya koşmam gerekmiyorsa, bir köşede sakince oturup hayallere dalabileceksem seviyorum. 
Hayata bir dinginlik, romantizm, koşarak akan hayatın bu kadar koşmasının anlamsız olduğunu söyleyen bir ağırlık çöküyor. Kar tanelerinin birbiri ardına, aynı ritmde, usanmadan bir ritüeli tekrar edercesine düşmesinde ruhumuza iyi gelen bir şey var.  Bizim hayatın içinde ettiğimiz tüm tekrarlara, ne olursa olsun akan zamana ve devam ettiğimiz günlere benziyor.  Şikayet ettiğimiz her şeye, olabilir, sen devam et, bak biz nasıl ara vermeden akıp gidiyoruz der gibi.
En azından ben böyle bir rahatlama, hafifleme hissediyorum karı izlerken.

Kar yağdığında işi gücü bırakabilcek kadar şanslı bir gündeysem eğer, yapılacakları akşam saatine öteliyorum.  Bugün mesela. Pencere kenarında bu güzel günü, bisikleti ve bebek arabası ile penceremin önünden geçen, renkli bereli, uzun montlu insanları izlemekten daha önemli bir işim yok. Önemli görünen her şey, bir süre sonra o kadar da önemli olmadığını kanıtlıyor.  

Önceliklendirmek konusunda çoğu insanın olduğu gibi benim de problemim var. Yapılacakları bir bütün olarak görmeyip parçalara bölmek gerekiyor. Ve bu parçalar hayatımızda hep olacak, bir yere gittikleri yok. Biri bitince diğeri başlayacak. Biraz da bu sayede hayatta kalıyoruz. Bu ardı arkası kesilmeyen uğraş olmasa bizi ne ayakta tutardı.

Bazen etrafımdaki çocuklu ailelere bakınca da aynı şeyi düşünüyorum. İnsanın hayatını adayacağı, uğruna çabalayacağı ve büyük bir sevgi ile sarmalanacağı neredeyse kesin bir rol. Varoluşsal kaygılara kapılmaya eğilimli, hayata dair aşırı düşünen, anı ve sonrayı sorgulayan zihinlere harika bir çözüm olurdu. Çocuklu bir hayatta günlük sorunlara çözüm getirmekle o kadar meşgulsün ki, tüm gün tarlada çalışmış bir insan gibi kendini derin bir uykuya bırakmaktan başka bir şansın kalmıyor. Yine bazen çoğu insanın hayata katllanabilmek, hayatta kesin, sınırları ve görev tanımı az çok belli bir role talip olarak tutunabilmek için çocuk sahibi olduğunu düşünüyorum. Böyle bir analiz yapmıyor tabii kimse, ama insan olmak, sonu belirsiz hayatta bir 'anlam' yakalayabilmek, ve bu anlamı en 'kolay' ve tabiatın mümkün kıldığı yolla yakalayabilmek belki içgüdüsel bir çözüm. Hayatını adayabileceği başka bir üretimi olan biri, bununla tamamen doyum sağlayabilen, hayattaki rolünü ve ölümü sorgulamayı unutabilen biri de o üretime tutunup rahatça yaşayabilir gibi geliyor bana, ve bu da içgüdüsel bir tutunma ve tercih olabilir. 

Buradan bakınca, yaşamın elimizde olmayan, bizim tercih etmediğimiz tek bir anlamı var, mümkün olduğu sürece sürdürmek. O sürdürüş halinde de iyi olmaya, iyi gelen seçimler yapmaya çalışmak. Bu süreçte zor sorular, derin acılar, beklenmedik mutluluklar ve siyah ile beyazın arasında ne mümkünse hepsini yaşamak. Sürdürüş hali devam ederken hayaller kurmak, kendini ve başkalarını keşfetmek. Yeni şeyler denemek. Yeni bir şehre ve yeni bir tada meraklanmak. Bazen de hiç meraklanmadığın, kolunu kıpırdatmak istemediğim günler yaşamak. Hepsi bu belirsiz akışın bize getirdiği sürprizler. Nasıl karşılayıp nasıl baş ettiğimiz bize kalmış. 

Hayatın kendisi de bu sürdürme işini kolaylaştırmaya yönelik tasarlanmış. Mevsimler değişiyor, bir çemberin içinde dönüyor gibiyiz ama tutsak da değiliz. Hem her şey mümkün. Bazen de cidden hiçbir şey mümkün değil. Bu ikisine de verebileceğim tonlarca örneğim var. 

Bir gün hatırlıyorum, üniversite ikinci sınıftaydım. Üsküdar meydandan Doğanbey'e o zamanlar 3-5 liraya bilet aldığım bir tiyatro oyununa gidiyordum. Kahvaltı bile yapmamıştım, o sıralar neredeyse hiç param yoktu. Giderken bir simit almış, ne olacak diye kaygılanmıştım. Ayaklarım tiyatroya yürüse bile zihnim en temel sorunla mücadele ediyordu, bu ayı nasıl atlatacağım. Bir işe gireyim diye düşündüm. Anında canım sıkıldı, ruhuma işkence edilmeyecek bir işi nasıl bulacağım. Günde on iki saat çalışmayacağım, aşağılanmayacağım, insanca muamele görececeğim ve en kısa sürede başlayabileceğim nasıl bir iş bulabilirim. Sadece birkaç ay çalışmış olmama rağmen bütün hayatımı şekillendiren mağazada ve otelde çalışma deneyimlerim böyle başladı. Ve bunların hepsi korktuğumdan daha beterdi. Kendime yabancılaştığım, dönüştürülmeye çalıştığım kişiyi anlayamadığım, o zamanlarki varoluşumu ve günleri yaşayış şeklimi kabullenmediğim tecrübeler oldu. Bu aylar yaşanırken, yataktan kalktığım her gün, eve döndüğüm akşamlar her şey imkansız her şey zordu. Zara'da çalışan benden de küçük sarışın bir kız vardı, ailesinin kredi borcunu ödemek zorundaydı. Neşeli, herkes gibi istediği işi yapmayı hak eden biriydi. Ben yarı zamanlı işimden ayrılırken sarılmıştık. Keşke ben de gidebilsem demişti. Bazen bir ay bile ara verebilecek halin yoktur, yeni bir iş aramana yetecek kadar süre tanımaz sana bankalar. Baban yoktur, annen hastadır, ailedeki sağlıklı ve para kazanabilecek tek kişi olduğunda her şey imkansızdır. Bu anıyı hatırladığımda içime unutma isteği doluyor. Bazen de şunu sorguluyorum, eğer her şey bunca dibi boyladıysa belki delice, kuralları yerle bir eden şeyler yapmalı. Belki ancak o delilik seviyesinde insan imkansızı mümküne dönüştürebilir.

Bazen de öyle günler oldu ki, hayatımda düşünemeyeceğim yerlerde buldum kendimi. Öyle anlarda madde etkisindeymiş gibi dünyayı bir oyun alanı gördüm. Sadece ben vardım, istediğim her şey oluyor, kendime ikide bir, bu gerçek mi diye soruyordum.  Günleri biri bana gizlice adrenalin enjekte etmiş gibi bitmek bilmeyen bir enerji, merak ve istekle yaşıyordum. Bu isteğim ve her şeyi yapabileceğime dair duyduğum güven arttıkça yapabildiklerimin, cesaret ettiklerimin seviyesi de arttı. Uzun bir süre her şeyin mümkün olabildiği bir ruh hali ve gerçeklikte yaşadım. Şimdi bu ikisi arasında bir yerde durmaya çalışıyorum. İki halden de biraz korkuyorum.

Biraz kar biraz boşluk kafamı bunlarla doldurdu. Ben de bunun için varım demek. Herkes gibi sürdürme işindeyken bir fırsat bulup yazmak.



Yorumlar

  1. Kar yağışı çok güzel görünse de, doğa için çok yararlı ve olması gereken bir hava olayı da olsa, ne yazık ki sokaklarda yaşamak zorunda kalan hayvanlar için çok büyük eziyet. Ne zaman kar yağsa, onların sokakta yaşıyor olması beni pek keyiflendirmiyor. Onlara yaptığım kedi evleri vb kolaylıklar yetersiz kalabiliyor aşırı soğukta. Belki sizin yaşadığınız ülkede böyle bir sıkıntı yoktur. O zaman yağan karı izlemek keyifli olabilir gerçekten.

    YanıtlaSil
  2. Ne güzel dökülmüş kelimeler...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf