la vie d'Adele

Filmin Rennes'deki son gösteriminden çıkar çıkmaz hissettiklerim, beni derinden sarsan o duygu dağılıp gitmeden hemen yazmak istedim. Film öyle alt üst etti ki eve dönmek için otobüse binmeyi unutup 40 dakika yürüdüm, hangi yolda olduğumu bir an bile fark etmeden.

Aklım hem Emma'da hem Adele'deydi.  Gitmeden önce konuştuğum insanlar ve okuduklarım içinde ' üç saat çok uzun, sevişme sahneleri rahatsız edecek derecede uzatılmış, bak çizgi romanın sahibi,filmin ilham kaynağı Julie Maroh  bile  izledikten sonra porno gibi olmuş'' vs diyordu.

Ama filmde başıma çok başka şeyler geldi.

Önce liseye giden Adele , kadınlardan hoşlandığını fark edip varoluşuna aykırı bularak ( Film gereği Sartre'a her fırsatta biraz dokunuyoruz) dehşet içinde ağladı. Yatağın altına sakladığı çikolata dolu kutuya uzandı. O, ne yapacağını bilemez halde yatağında çikolata yiyip ağlarken ben de çaresizliğe kapıldım, canım yandı, gözlerim doldu biraz..
Sonra istemeden, lezbiyen olmadığını hem kendine hem arkadaşlarına kanıtlamak istercesine bir erkekle sevişti.   Buz gibi  yatakta yabancı eller vücuduma dokunuyor gibi hissettim.
Karşıdan karşıya geçerken Emma'yla göz göze geldi Adele, o mavi saçlı kız ... Nerede olduğunu unuttu bir anda, hangi yöne adım atacağını bilemedi. Üç saniye boyunca  onun kalbinden daha hızlı çarptı kalbim.

Bir barda tanıştılar nihayet. Her ilişkinin ilk zamanları gibiydi; tatlı, gizemli, sürekli dokunmak, öpmek istenilen zamanlar..
Sonunda iki güzel kadın vücudu ve bir yatak çıktı karşımıza, çok güzel zamanda harika bir geçişle..Kadın, erkek ,gay,  lezbiyen ayırt edemeyeceğim bir heyecanla, bir insanın dudağının kıvrımları, kalçaları, boynu,  her şeyiyle ne kadar harika olduğunu düşündüm. Önümdeki güzelliğe hayran kaldım. Öpüşlerindeki tutku, sarılmalarındaki hırs ve nefes alıp verişlerinin sabırsızlığıyla 'bir lezbiyen seksi' deyip geçilemeyecek kadar çok şey gördük. Belki de anlamını bilenler için 'iki insan sevişmesi'ydi basitçe , öyle doğal, güzel, zevkli..

Evet lezbiyenler, gençler, farklı sosyo-kültürel sınıflardan geliyorlar. Biri sanatçı diğeri anasınıfı öğretmeni. Emma  keşfetme arzusundayken, Adele  güvenli rahat bir hayat peşinde. Biri daha mantıklı, ne istediğini biliyor, diğeri hatalarıyla yolunu kaybediyor, yaralanıyor. Bazen Emma'nın mantığının tarafını tutup 'hayatına devam et ' diyoruz ona, bazen de Adele'in göz yaşlarına kıyamıyoruz.
Tüm bunlar filmi iyi yapan, yönetmenin yakın kamera açıları kullanarak büyük katkıda bulunduğu karakterlerin tanınmasına sağlayan, çatışarak zenginleşen unsurlar. . Ama kesinlikle film ' iki farklı sosyo kültürel sınıftan gelen iki lezbiyenin hikayesi' , 'lezbiyen filmi' , 'lezbiyen seksi'nden ibaret değil. Filmi izledikten sonra anladım  böyle söyleyenlerin kim olduğunu: hiç aşık olmamış olan ya da oldum zannedenler, gözü açık öpüşenler, dokunmaktan zevk almasını bilmeyenler, insan güzelliğine her şeyiyle nasıl hayran olunur ki diye kendine soranlar ve hissetmeden yaşayanlar...

Benim gördüğüm her şeyden önce ilk bakışı, flört aşaması, ve ayrılığıyla izlerken yaşattıran bir aşk hikayesi, arzularla ve hatalarla dolu 'öz' arayışıydı. Öyle öze yönelik bir hikayeydi ki Emma'dan duyduğumuz Sartre:  ''l'existence précède l'essense'' (varoluş özden önce gelir) diyerek her saniye adeta yanımızdaydı, tamam varoldunuz ama bu bir şey değil artık keşfedin, dokunun, arayın özünüzü bulun diyordu. En azından  ben öyle anlamak istedim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

Deniz Feneri - Virginia Woolf