Patriarkada kız çocuğu



Üniversiteler açılalı bir süre oldu. Ülkedeki yaşamsal binbir derdin üstüne şehir değiştiren, yeni yurt ortamlarında daha önce bir araya gelmediği kültürlerden başka kadınlarla tanışan genç kadınları düşündüm bugün. 

Eskişehir'den İstanbul'a taşındığımda, iyi bir okula girmek için canhıraş test çözmüş, çocukluğundan beri kitap okumuş ve voleybol oynamış genç bir kadından başka bir şey değildim. Bunların üzerine koyabileceğim, beni yeni hayatımın öğreteceklerine bir nebze daha hazır eden en ufak bir destek mekanizmam yoktu. Mesela şöyle diyemiyordum; İstanbul çok karmaşık, büyüleyici ve büyükse, kendimi nereye koyacağımı bilemez, kaybolur gibi hissedersem, deneyimlerim içinden çıktığım küçük hayatı aşarsa konuşabileceğim bir annem, ablam, beni sorgusuz sualsiz dinleyecek bir teyzem var. Daha çok şöyle diyordum; bu ne büyük bir değişim ve ben hepsi bana benzer kafa karışıklığı yaşayan kadın arkadaşlarımla birlikte bu işte ne kadar bilgisiz ve yalnızım. 

Caddeleri tanımayı, hangi otobüsün nereye gideceğini akılda tutmayı, şehrin akışına bir şekilde ayak uydurabilmeyi insan başarıyor. Hayatında bir bira içmemiş, bir kez gerçekten büyük bir konsere gitmemiş, kendini böyle bir dünyada dizilerden gördüğü kadarıyla hayal etmiş birinin kendini istanbul gibi bir şehirde nereye koyacağını bulması ise yıllar süren ve uzun uğraşlar gerektiren bir mesele. Bunu neden kimse söylemiyor. Neden kimse patriarkada büyümüş erkeklerle tanıştığında seni kontrol etmeye çalışacaklarını, keşfetmeye çalıştığın özgürlükten rahatsız olacaklarını, bunu aşk-kıskançlık perdesine gizleyip sana yaptıkların için özür dileteceklerini, kendini bir kadın olarak özür diler, alttan alır, aman sorun çıkmasın diye hep geri adam atarken iyi hissedeceğini çünkü yıllarca evde, okulda, sokakta  sana bunun öğretildiğini neden kimse söylemiyor. 

Neden kimse; bir düşün evine bir eşya alırken bile her özelliğini inceliyorsun da bir ilişkiye başlarken partnerine merak ettiğin soruları sormuyor ya da soramıyorsun demiyor. Flört şiddetini, psikolojik şiddeti, partner tacizini, mansplaining'i, patriarkanın beynimize kazıdığı ikili cinsiyet rollerini, ilişkilenmelerde rıza meselesini yıllardır herkes yazarken neden on sekiz yaşında, lise hayatını test çözerek geçirmiş bir kadın, bu kavramların savunmasından uzak, kendini aşk adı altında sürekli baskılanır ve suistimal edilirken buluyor. 

Ben üniversiteden mezun olalı on yıl oluyor. Yine de bugün benim büyüdüğüm sokaktan daha büyük bir şehre üniversite okumaya gidecek, ailesinin yanından ayrılacak bir kadının, yeterli destek mekanizması yoksa çok benzer kafa karışıklıkları ve travmalardan geçeceğini görebiliyorum. On yıl öncesine göre özgürlüğümüzü kademe kademe yitirdiğimiz ve ekonomik krizlerle boğuştuğumuz için, sosyal medya ve okunacak kaynakların erişimi daha kolay hale gelse bile işler şimdi belki daha da zor. 

İki temel konu var korktuğum. Biri ilişki şiddeti, diğeri konuşulmayan cinsellik. Türkiye'de yetişen nesiller olarak bu iki konuda, ebeveynlerimizle yaşadığımız hayattan kendi hayatımıza taşınırken taşıdığımız sırt çantası hali hazırda o kadar ağır, gereksiz, oradan buradan bize sorulmadan yüklenmiş çer çöple dolu ki, yirmi yaşların çoğu bu çantayı vicdan azabı duya duya boşaltmakla geçiyor. 

Ailem beni, evlilik öncesi sevişmenin uygun olmadığını hissettirerek yetiştirdi, ki bu benimle açıkça konuşulmadı bile. Ama denk geldiğinde bir yolu bularak söylendi. Sanırım bunun bilmem gereken bir değer, doğar doğmaz DNAlarımda taşıdığım ve bilgisi kendiliğinden gelen bir kural olduğunu sanıyorlardı. Konuşulmayan bir konuda, birtakım sohbetlerden, dizilerden 'öğrendiğim' Türk ailesi değerlerine uymam bekleniyordu anladığım kadarıyla. 

Konuşulmasa bile sinsice kodlanmış ayıpları çöpe atmak başlı başına bir iş. Boşalan yeri de ''sevişip sevişmemek benim kararım, beni ne iyi ne kötü yapar. Cinsellikle ilgili tercihlerim beni ilgilendirir.  Bu konuda partnerim de beni yargılayamaz ya da kötü hissettiremez, '' gibi bir şeyle doldurabilmek ayrıca meşakkatli. 

Kadının çoğu kültürde hala seçilen tarafta olması ön kabulünü, gözlemleyerek ve başka hikayelerden onay alarak çantamıza yüklediğimiz için bize acı verdiği halde sırtımızda taşımaya devam ediyoruz. İnsanın duygusal olarak olgunlaşmış, en azından olgunlaşma yolunda ve isteğinde, eşitliğe sadece sözde değil birlikteliğin getirdiği her türlü paylaşımda inanan ve uygulayan biriyle olması tamamen şansa bağlı olmamalı. Sıklıkla seçilen tarafta konumlanmak, en temel konuları şansa bırakıyor. 

Hala, özellikle pek çok genç kadının, kim ilk adımı atarsa, kim tarafından istenir, arzu duyulursa onunla olması, tercihlerini kendi belirlemeyip şansına denk düşenle hareket etmesi çok rastlanan bir durum. Bu da bana göre iletişimsizliğe, çatışmaya, çoğunlukla kadının psikolojik şiddet görmesine sebep oluyor. Bu oranın yaşla bir ilgisi olabileceğini düşünüyorum, zamanla ne istediğini bilen, kendini keşfetmeye açık kadınlar partner seçimlerini bu kadar şansa bırakmayacaklardır. Yine de emin değilim. Medyada o kadar çok belli bir tip erkeği idealize etme (kadın için de öyle) haline maruz kaldık ki artık neyin kendi seçimimiz neyin otomatik bir seçim olduğunu anlamak çok zor. 


Görsel; https://www.valerienadal.com/ 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf