Fransız kadınlarının epilasyon, ağda vb işlerle aralarının pek iyi olmadığını herkes bir yerlerden duymuştur. Benim ilk kez Kieslowski'nin trois couleurs (kırmızı, beyaz, mavi) üçlemesinde dikkatimi çekmişti. Mavi'deydi sanırım , Juliette Binoche (Fransız sinemasının kaçınılmaz aktristi) kocasını çocuğunu kaybetmişti yalnızdı, artık kaybedecek bir şeyim kalmadı modundaydı. Uzun zamandır peşinde koşan bir adamla gönülsüz bir sevişme sahneleri vardı filmde. O sahne bende 'epilasyon karşıtı fransız kadını' imgesi oluşturdu. Aslında olay kadının zaten her şeyini kaybetmiş olması ve kılı- tüyü, seviştiği adamı artık kafaya takmamasıydı. (Üçlemeyi izlemeyenler de mutlaka izlesin) Yine de bu gözler o sahneyi gördü ya artık kaçışı yoktu , epilasyon karşıtı olduklarına inanmıştım bir kere. Bir yanım muhalif yönlerini çekici buluyor, bir yanımda bu işte bir iğrençlik var diyordu. Tüm bu hikaye dünyadaki ve Fransadaki feminist hareketin bir kısmının aseksüel olma çaba
Filmin Rennes'deki son gösteriminden çıkar çıkmaz hissettiklerim, beni derinden sarsan o duygu dağılıp gitmeden hemen yazmak istedim. Film öyle alt üst etti ki eve dönmek için otobüse binmeyi unutup 40 dakika yürüdüm, hangi yolda olduğumu bir an bile fark etmeden. Aklım hem Emma'da hem Adele'deydi. Gitmeden önce konuştuğum insanlar ve okuduklarım içinde ' üç saat çok uzun, sevişme sahneleri rahatsız edecek derecede uzatılmış, bak çizgi romanın sahibi,filmin ilham kaynağı Julie Maroh bile izledikten sonra porno gibi olmuş'' vs diyordu. Ama filmde başıma çok başka şeyler geldi. Önce liseye giden Adele , kadınlardan hoşlandığını fark edip varoluşuna aykırı bularak ( Film gereği Sartre'a her fırsatta biraz dokunuyoruz) dehşet içinde ağladı. Yatağın altına sakladığı çikolata dolu kutuya uzandı. O, ne yapacağını bilemez halde yatağında çikolata yiyip ağlarken ben de çaresizliğe kapıldım, canım yandı, gözlerim doldu biraz.. Sonra istemeden, lezbiyen ol
Virginia Woolf okuma denemelerime lisede başlamıştım. İlk yirmi sayfadan sonra yapamayıp bırakıyordum. ''Bilinçakışı tekniği'' nin bana uygun olmayan bir yazım biçimi olduğuna karar veriyordum her seferinde. Simone de Beauvoir hayranlığım artmaya başlayınca, bir sonraki okunacak yazar araştırmalarımda yeniden Woolf çıktı karşıma. Kitapçı raflarında hüzünle ve eksiksiz bekleyen Woolf eserleri beni üzüyordu. Beauvoir'ı kendi dilinden okuyup anlamanın verdiği cesaretle Woolf'un da üstesinden gelirim bu defa deyip Deniz Feneri kitabını aldım. İlk yirmi sayfa yine çetin geçti. Tüm kalıplarımı yıkmaya çalıştım. Kitabın zorluğu; karakterilerin fazlalığından ve hepsinin en küçük ayrıntısına kadar hissettiği- düşündüğü her şeyin, bir karakterden diğerine hangi ara geçildiğini anlamadan bize aktarılmasından kaynaklanıyor. Bilinç akışı tekniği tam da bu demek. Gerçek hayatta elde edemeyeceğimiz bir güç veriliyor bize ansızın. Sokakta kafamızdaki düşüncelerle yürürken
Yorumlar
Yorum Gönder