İnsanı soğuk değil mikroplar hasta eder



Kara bulutlar gökyüzünde. Ay'ın ardında kızıl ve gri birbirine karışıyor. Kaybedeceğimi bildiğimden üç çift eldiven getirmiştim, hep evde unutuyorum. Direksiyonda parmaklarım sızlıyor. Müstakil evlerin karşılıklı dizildiği dar sokaklar keşfettim. Oralardan geçiyorum yavaşça. Odalarda, masalarda, bir televizyon karşısında toplanan insanlara, bahçede oynayan köpeklere bakıyorum. Evden eve, sahneden sahneye atlıyorum. İçlerinden biri de bana bakıyor mudur merak ediyorum. Ne düşündüğümü, hangi hayallere dalmış, ay ışığına mahkum sokaktan geçip nereye gittiğimi merak ediyor mudur. 
Yol hiç bitmesin istiyorum. Sokağa dökülmüş sarı ve kızıl yaprakları ne olur kimse süpürmesin. Bir gün Van Gogh müzesinde nefesim kesilerek baktığım tablolardaki gibi olsun hayat. Güzelliğiyle hayran bıraksın, baş döndürsün. Döktüğü yapraklarıyla, dağınıklığıyla kalsın. 
Ellerim soğuk, içim sıcacık. En soğuk günde bile gerçekten üşümedim henüz. Ne dondurucu sulara daldım da hiç oralı olmadı bedenim. Üşümenin soğukla ilgili olmadığını da anladım. Üşüten insanlar, binalar ve kötülük üzerine kötülükmüş. Biri bitti sanırken diğerinin başlamasıymış. Bugün ne olacak korkusuymuş. Öfkelenmek ama bir şey yapamamakmış. İyiliği ve güzelliği korumak için nohut odalara saklanmak, kalabalıktan kaçmakmış. Tavırları ve sözleriyle bulundukları yeri her gün zehirleyen insanları bin türlü sebepten alttan almakmış. Yeri geldiğinde had bildirememenin öfkesiymiş üşüten. Kış gelince, dışarıdaki karanlığın ikiye katlanmasıyla başlayan uzun savaşta  azıcık aydınlık için kitaplarla, filmlerle ve bir kedi ile her cephede savaşmakmış. Kimsenin yerini bilmediği cephelerde,  savaşın bitmesini tek başına bekleyip durmakmış. 
Soğuktan ölesiye korkardım. Üç kazağım varsa belki dört termal içliğim vardır korunmak için. Yataklara düşmekten, hastalığın yalnızlıkla birleşecek duygusal travmasından korkuyordum galiba en çok. Önceleri soğuk sulara dalma fikrinden, soğukta bisiklete binmekten çekindim o yüzden. Sonra fark ettim ki vücudun soğuğa, yağmura falan aldırış ettiği yok, nerede ve nasıl mutlu olduğuyla ilgileniyor. Sıcacık, korunaklı bir odaya tıkılı kalmaktan zevk almıyor bazen. Soğuktan şoka uğrayacağını bilse de adrenalinin peşinden koşuyor. 
İnsanı soğuk değil mikroplar hasta eder deyip duruyorlardı. İnanıyormuş gibi kafa sallıyor yine bildiğimi okuyordum. Mevsim bahardan azıcık soğuğa dönsün ancak antibiyotikle dalınan uykularımı hatırlatıyordum kendime. İnsanı çaktırmadan derine nüfuz eden mikroplar hasta ediyormuş cidden. Birike birike insanı kendi güçsüzlüğüne, en kolay darbede savrulup gideceğine inandırıyormuş bu mikroplar. Her yerde ve her şekildelermiş. Çoğunlukla da gri ve boş binalarda, betonun çirkin suretinde, söyleyecek tek yaratıcı cümlesi olmayan insanların tapındıklarındaymış.
Soğuk sudan çıkar çıkmaz vücudum saunada gibi yandı bugün. Eve dönüşte bisiklete bindim. Düz yolda, ilk viteste sürüp vücuduma kulak verdim. Bir şeyler anlar gibi oldum sonunda. Kaldırım kenarına sürüklenmiş yaprakları izleyerek eve döndüm. 


illustrator: Lara Paulussen
https://www.behance.net/gallery/64817845/animated-gifs-4

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf