Lyngby Kütüphanesi ve Yavaşlığa Övgü


Bugün tesadüfen evime çok yakın bir kütüphane keşfettim. Oturacak bir masa aranırken üst katı buldum. Çalışma masalarını sonbaharın bütün güzelliğiyle geldiği göle bakacak şekilde dizmişler. Bu zamana kadar bulunduğum en harika manzaralı kütüphane. 
Herkes işine gömülmüş, ben de bana bir ay kadar uzun gelen bir haftalık Kongre'den sonra kendimi bıraktığım yerde bulmaya çalışıyorum. Bir yığın hisse maruz kalmış vücudum, toparlanmak için kendi halinde çabalıyor. Hız, yetişme kaygısı, ofke, kahkaha, sevmek, nefret etmek, düşünmek, anlamak, sorgulamak, şaşırmak ve uykusuzluk.  Hepsini son günlerde haddinden fazla hissettim. Insan şartlar gerektirdiginde yirmi dort saati nasıl uzatabiliyormuş yeniden anladım. 

Bu karikatür kitabına göz atıyorum arada, çoğunlukla ördekleri izliyorum. Hayat bıraktığım haliyle devam ediyor. Sonbahar iyiden iyiye doğayı ele geçirmiş. Hiç acelesi olmadan kışa hazırlanıyor ağaçlar. Yapraklarını bir çırpıda değil usul usul yolluyorlar toprağa. Bizim hızımızın aksine doğanın hiç acelesi yok. Zaman bu gölde, ördeklerin telaşsız yüzüşünde durmuş. 
Pencereden baktığımda gördüğüm şu manzara gibi değil hayat. Kaos, karmaşa, bugün de başka bir coğrafyada patlak veren olay dolu. Koca bir muharebe alanı. Kişisel savaşlarla kendimizi yorduğumuz ve nedenini bilmediğimiz savaşların seyircisi olduğumuz yer. Ama bir yanda da bu huzur var. Dünya yansa yavaşlığından ve gittiği güzergahtan vazgeçmeyecek ördekler, olduğu yerde duran, bir tek yağmur damlaları ve kayıklarla titreyip kıpırdayan göller var. Karmaşasında boğulmaktan kimi zaman garip bir zevk alıp, kimi zaman da kıyısında dinlenmeye koşuyorum. Göl gibi kımıltısız durmak istiyorum. İkide bir iş çıkaran hayata karşı, göle bakan bir masada oturup bu dünyadan değilmişim gibi umursamaz, tatlı bir sakinlik içinde durmak istiyorum. Bekleyecek bir şey olmadığını bile bile bekliyor, beklerken de düşünüyor gibi yapıyorum bu kıyıda.
Bugün aynı masada saatlerce oturdum. Sağımdaki ve solumdaki defalarca değişti. Bir haftanın otelde, kongre salonunda ve Budapeşte sokaklarında geçen koşturmacasına ve hareketliliği öven sunumlarına inat bu defa yerimde durdum. Başımın ağrısını dindirip yalnızlığımın tadını çıkardım. Vücuduma, azıcık yavaşla değişine kulak verdim. Etrafımdaki her şeyin sesini kıstım. Bir süre sonra kafamın içindeki gürültü de kesilir gibi oldu. Ama tam da kesilmedi. Yine bir şeyler soktu aklıma. Harcanabilecek en az çabayla kendimi ifade etme ateşi düşürdü sıklıkla yaptığı gibi. Kendimi ifade edince ne olacağını, kimin hayatında ne değişeceğini düşünmeme de izin vermedi. 
Göle usul usul yağmur damlıyor, hava telaşsız kararmakta. Insanlar bir bir, beklendikleri yere gittiler. Masalar boşaldı. Bir kütüphaneci birazdan çekinerek yanıma yanaşıp birazdan kapatacaklarını fısıldayacak. Fısıldaması hoşuma gidecek. Kafamla tamam deyip üç beş parça eşyamı toplayacağım. Döner kapıdan çıkarken kapının önündeki bankta, tortop olmuş uyuyan bir kedi arayacak gözüm. Orada bir kedi hayal edip yavaş yavaş eve yürüyeceğim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf