Gece Yürüyüşü




Eski apartmanımda çamaşır odası eksi birinci katta, basık ve kuytu bir köşedeydi. Bir akşam elimde çamaşırlarla aşağı indim. Uzun koridoru yürüdüm, daha kapıya ulaşamadan elektrikler kesildi. Karanlık koridorun sonunda kalakaldım. Yanımda telefonum da yoktu. Gözlerimin karanlığa alışmasını beklemeden geri yürümeye çalıştım. Koridorun uzunluğunu hatırlayamadım, karanlıkta bütün ölçüler boyut değiştirdi ya da ben öyle sandım. Sessizce olduğum yerde bekledim. Vücudumun bir tehlikeye hazırlanır gibi çalıştığını fark ettim. Kalbim hızla çarpıyor, tüm duyularım tetikte. Bir şey olacak diye bekliyorum ama bir şey olmayacağını da biliyorum. Altı üstü karanlık bir koridor. İki kat yukarısı ev, nasıl olsa bir yolunu bulup çıkacağım ya da biri gelecek. Tehlike yok.
Tehlike olmadığını bilsem de vücudum en ufak sese dikkat kesilen bir kedi gibi bekliyor. Vücudun ve aklın apayrı çalışıp birbirini sandığımdan fazla etkilediğini, korkuttuğunu bazen de yatıştırdığını fark ettim. El yordamıyla koridoru geçtim, merdivenleri çıktım, ışığa çıkacak kapıyı hatırlamaya çalıştım, bulamadım. Merdivenlere oturup düşündüm. Sakinleşince hatırladım. Sağdan devam edip aydınlık koridora çıktım. Çıkar çıkmaz halime güldüm. Ne kadar kolay panik olabildiğimi görüp şaşırdım. Bu olaydan sonra karanlıkla ilişkim üzerine düşünmeye başladım. Tam olarak neden korkuyordum, karanlıktan mı, belirsizlikten mi, savunmasız kalmaktan mı? Düşündükçe bunun daha derin ve kapsayıcı bir korkunun işareti olduğunu anladım.

Karanlık, çocukluktan beri, başıma bir şey gelme ihtimali ile özdeşleşmiş zihnimde.  Sokakta oynadığım günler çoğu çocuk gibi akşam ezanıyla eve girmem tembihlendi. Akşam ezanı havanın kararması demek. Hava karardıktan sonra dışarıda kalmamalıyım. O günler bunun nedenini bilmiyorum, nedeni bana açıklanmıyor. Ama hissediyorum, karanlıkta ortaya çıkacak bir tehlikeden koruyorlar beni. 
Büyüdükçe karanlıkta ortaya çıkacak tehlikenin ne olabileceği kafamda şekillenmeye başlıyor. Kurtlar köpekler, vahşi hayvanlar değil. İnsanlar.
Bu insanlar zihnimde yıkık dökük yerler, inşaatlar, ıssız parklar, otomobiller ile birlikte beliriyor. Takip etme, laf atma, vahşice yaralama özellikleri var, hepsi erkek.
O dönemden sonra bu katman katman büyümüş, bir bina gibi içimde yükselmiş korku ile hareket ediyorum. Gece yarısı eve yalnız dönmüyorum. Mutlaka dönmem gerekiyorsa hızlı hareket ediyorum. Taksiye binerken birilerine taksiye bindiğimi haber veriyorum. Akşam saat ondan itibaren, hangi sokakta yürürsem yürüyeyim, arkamdan biri geliyor mu diye kulak kesiliyorum. Bu bir erkekse, genç ya da yaşlı, nasıl göründüğünden bağımsız, beni geçmesi için yavaşlıyorum. Müzik dinlemiyorum, çok cesaretlenmişsem belki tek kulaklıkla dinliyorum. Aklımda dönen binbir kaygı yüzünden yürüdüğüm yoldan zevk alamıyorum, gece yarısı sokaklar, eğer yalnızsam, benim için işkenceye dönüşüyor.
Gittiğim kampları, çıktığım yolculukları düşünüyorum. Hepsinde bir grup insanlayım. Geceyle kurabildiğim ilişki odamın penceresinden. Geceyi merak ediyorum. Yolda olmak nasıldır, bir su kenarı gece nasıldır, sokaklar boşken yürümek nasıldır, korkmamak, korkmadan yürüyebilmek nasıl bir histir.
Gece tek başıma bisiklet turlarına çıkmakla başlıyorum geceyi tanımaya. Kendimi korunaklı hissediyorum. Bir şey olursa hemen eve dönebilirim. Yine de fazla uzaklaşmıyorum.
Ne zamandır gittiğim büyük bir göl var. Gündüz kuğuları izliyorum, ördeklere bakıyorum. Bisikletsiz çıktığım bir gece, gölü merak ediyorum. Hayvanlar uykuda mıdır, ağaçlar ay ışığında nasıl görünür. Kendimi göl kenarında buluyorum. Saat  on ikiyi geçmiş. Etrafta kimse yok. Göl bir futbol sahası büyüklüğünde, sağında ve solunda, ağaçların arasında yürüyüş parkuru var. Aydınlatma yok. Bana yakın soldaki yoldan ağaçların arasına giriyorum. Ay ışığı suyun durgun yüzünde titriyor. Ağaçların koyu yaprakları lacivert göğü delip asil ve asi, her yere yayılıyor. Bu gördüğümün gündüzle hiç alakası yok. Bu başka bir his, başka bir hayat. Birkaç adım daha ilerliyorum. Önümü göremeyeceğim kadar karanlık. Yol boyu aralıklarla dizilmiş banklar var, buralarda gece ortaya çıkan erkek gruplarının olup olmadığını merak ediyorum. Birileri ot içiyordur, sarhoştur, birileri benim huzurumu kaçırabilir. Bir yandan hiç gürültü de yok, belki kimse yoktur. Korkuyorum ama devam ediyorum. Telefonumun ışığını açıp önümdeki yola şöyle bir bakıp kapıyorum. Yerde siyah böcekler. Işığı görünce kaçıyorlar. Evlerine girmiş davetsiz bir misafirim. 
Gözlerim ve vücudum bu ritme alışmaya başlıyor. Kendimi yeryüzünde tek hissediyorum. Ağaçların arkası, gölün sonu işlek bir cadde, yine de şimdilik diğer canlıların arasında, onların evine izinsiz girmiş tek insanım. Harika bir his. 
Bir süre yavaş bir tempoyla yürüdükten sonra arkamdan ayak sesi geliyor. Yine aynı korku. Yavaşlıyorum, bekliyorum. Olacaklar olacak diye düşünüyorum. Spor kıyafetleri içinde bir adam yanımdan koşarak geçiyor. Konuşmuyor, bana bakmıyor bile, sadece koşuyor. Gece koşmayı seven sıradan biri. 
Yol biraz aydınlanana kadar arkamdan gelen her sesten, bir dal kıpırtısı ya da kuş hareketinden işkilleniyorum. Karşımdan bir çift geliyor, tam yanımdan geçerlerken kadının hamile olduğunu fark ediyorum. İleride bir adam, bisikletini banka yaslamış, göle bakarak bira içiyor, müzik dinliyor. Onların bu rahatlığı, benim bu huzursuzluğum canımı sıkıyor. Bu yol, hamile bir kadının gece yarısı girmeye cesaret edebileceği bir yolsa demek kafamda dönüp dolaşan tehlikeler asılsız. Onların kafasında olmayan ihtimaller bende var. Onların görmediklerini ben görmüş ve işitmişim bunca yıl.
Caddenin sarı ışıklarını görünce  rahat bir nefes alıyorum. Bunun karanlık bir yoldan ziyade içimdeki korkunun beslenmiş, beslendikçe büyümüş hali olduğunu anlıyorum. Bundan nasıl kurtulacağımı düşünüyorum. Akşam ezanında eve girmem gerektiğini hissetmekten nasıl kurtulacağım? Birinin refakatine ihtiyaç duymadan,  karanlıkta ve doğada yalnız olmanın müthiş hissini nasıl yaşayacağım? Gece yürüyüşe çıktığımda suçlu hissetmekten nasıl kurtulacağım? Karanlık bir yola girmeyi göze alıyorsam bana, ne doğanın ne hayvanların, insanların zarar verebilme ihtimali hatta belki hakkı olduğunu düşünmekten nasıl kurtaracağım kendimi?
Küçük bir elektrik kesintisi büyüdü, beni götürüp bilmediğim sulara attı. Bilmediğim sulara korka korka parmak ucumu değdirmeye başladım. Sonra düşündüm, ya daha fazlası mümkünse. Bu zamana dek gündüzün ve hostellerin korunaklı alanından hiç çıkmadığımı fark ettim. Yalnız çıkabildiğime övündüğüm seyahatlerin tek övünülecek yanı plansız ve haritasız, kafama estiği gibi davranabilmemdi. Ama doğaya hiç karışmadım, caddelerden ayrılmadım, geceyle başbaşa kalmadım hiç.
Bir elektrik kesintisi beni aldı başka ihtimallerin kucağına attı. Şimdi de o ihtimaller korkunun bulaşıcı hızına benzer bir hızla kafamda dallanıp budaklanmaya başladı. Belki gerçekten karanlıktan korkmamanın bir yolu vardır. 











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf