Kısmet





Bir deli zamanın içinde herkes kendi halinde. Ben kendi halimde. Üst kattaki adam her gün saatlerce egzersiz yapıyor. Duvarları yumrukluyor. Anlamadığım bir dilde bağırıyor. Çocuklar bahçeye pembe kelebekler çizmiş, göz göze gelince insan görmemiş gibi bakıyorlar. Her şeye öyle bakıyorlar. Son zamanlarda herkes her şeye ilk kez görmüş gibi bakıyor, belki de ilk kez görüyorlar. Bir şeyi yüz kere de görsen ilk kez görmek mümkün belki. 
Bir göl var on dakika uzağımda. Orada herkes koşuyor, ben yürüyorum. Toprak zemine, çimenlere, güneşe ilk kez görüyor gibi bakıyorum. Bir kadın elinde beyaz poşeti, martılarla güvercinlere ekmek atıyor, kendi kendine konuşuyor. Arkasından onu izliyorum, eğilip kalkışını. Dönüp bana bakıyor. Uzun uzun bakıyor. Ben de dönüp arkama bakıyorum. Burada kimse kimseye uzun uzun bakmaz. Danca bir şeyler söylüyor, anlamıyorum. Keşke konuşmasak diye düşünüyorum, böyle ne iyiydi. Keşke bilmesem necidir, ne yapar, nerede oturur. Güvercinlere ekmek atan kadın olarak kalsa benim için.
Nerelisin diye soruyor. Türkiye. Şaşkınlık. Bir gün öyle bir ülke bulacağım ki söylediğimde kimse şaşıramayacak.  Burada mı kaldın diye soruyor. 8 aydır buradayım diyorum. Cevabım umurunda değilmiş gibi, İstanbul'da kedilerle köpekler sokakta yaşıyormuş doğru mu diyor. Avucunda ufaladığı ekmekleri gözünün içine bakan martılara atmaya devam ediyor. İyice yanıma yaklaşıyor. Bu şehirde yoktan yere sohbete başladığım tek insan. O yüzden başlayamıyorum belki de, ne olacağını merak etmekten konuşmaya halim kalmıyor. Bu sıralar sence kedileri kim besliyordur diye soruyor. Açlıktan ölmüyorlardır değil mi. Belediyedir, mahallellidir bir şeyler geveliyorum. Diyor ki Kedi diye bir belgesel var izledin mi. Cat demiyor, kat demiyor, kedi diyor. İzledim tabii diyorum. 3 kez izledim. Yine olsa yine izlerim. Sen nereden biliyorsun, diyorum. Yok, İstanbul'a hiç gelmemiş. Biliyorum işte, diyor. Sonra  hayvanları beslemeyi bir süre bırakıyor, beni çok şaşırtan bir şey söylüyor. O kadar çok düşünüyorum ki ben neden bu ülkede doğdum, ben neden İstanbul'da yaşamıyorum diyor. Çok içten söylüyor bunu. O an bir ihtimal olsa ekmeklerini de alıp gidecek, hayvanları beslemeye İstanbul'da devam edecek. Danlar beni anlamıyor, diyor. Anlaşılan dünyada Danlarla anlaşabilen bir millet yok, kendi insanları da dahil. Bir süre sessiz sakin dikiliyoruz. Martıların yanına kargalar bağırış çağırış konuyor, ekmekleri kapıp kaçıyorlar. Ne zaman döneceksin ya da dönecek misin diyor. İçimden, kısmet diyorum. Ona da, bilmiyorum, diyorum. Uçak biletim var ama gidebilecek miyim bilmiyorum. Gülümsüyor.Gülümseyince yüzü kırışıyor, sandığımdan yaşlı olduğunu  o zaman anlıyorum. Kısmet diyor bozuk bir Türkçe aksanla. Daha fazla şaşırmam sanırken daha fazla şaşırıyorum. Fate demek değil mi diyor, duymuştum bir yerden. Kedi videoları izlerken duymuş, ya da belgeselden. İstanbul'un sokak hayvanlarından kısmet ne demek öğrenmiş. 
Bir süre susup yan yana dikiliyoruz. Başkası olsa işini sorardım. Sormuyorum. İşi göl kenarındaki hayvanları beslemek. Yeter de artar. Kirli bir kuğu gölden çıkıp yanımıza  yanaşıyor. Kadın elinde ufaladığı parçaları kuğunun önüne atarken, kuğu ekmek yemez diye düşünüyorum, çimen yemeli, ot da olur,  ama ekmek zararlı. Onlarca hayvan etrafında aç gözlerle dikilirken bir şey söyleyemiyorum. Sanki o özel bir kuğuymuş, ekmek yese de olurmuş, ben ne bilirmişim gibi geliyor. Kadını hayvanlarıyla baş başa bırakıp yoluma devam ediyorum. 
Etrafımda koşan, bisiklete binen, dondurma yiyen insanlara bakıyorum. Hava on altı derece. Çimenlerde bikinileriyle güneşleniyorlar. Şuncacık güneş yaşananların hepsini unutturmaya yetiyor.
Bundan sonra nereye gideceğim diye düşünüyorum. Ya da bir yere gidebilecek miyim. Ne olacak bundan sonra. Aklıma ilk kez hiçbir şey gelmiyor. Bu durum hoşuma gidiyor biraz da. Kadere inanmıyorum ama bazı kelimeler güzel. Tesadüf güzel mesela. Kısmet de öyle. Bugün bir evcil hayvanım olsa  adını hemen kısmet koyardım. Kısmet çağırınca koşa  koşa gelirdi, içimden kısmet ayağıma geldi der, kendi şakama gülerdim. Bazen de sırtını dönüp oturur, ne yaparsam yapayım gelmezdi. Böylece güzel adının hakkını vermiş olurdu. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf