Tutunamayanlar Alıntılar-2.bölüm
İkinci Bölüm
''Bu kartvizitte ne yazıyor bakalım? Nermin’in verdiği adres. Akşam yemeğini onlarda
yesem... mi? Çok sevinirler. Efendim, bir görevle bu güzel
şehrinize geldim. Onlar yaşıyor ya, elbette güzeldir. Bir uğrasan iyi olur, demişti Nermin. Ben, balon muyum çocukları sevindirecek? Kimseyi sevindirecek halim yok. Sizlere
uğramadan edemedim. Şehri çok güzel ve değişmiş buldum. Yeni taşındığınız evi bulmakta güçlük çekmedim. Oğlunuz çok büyümüş. İnşallah büyüyünce sen de Turgut
Amcan gibi mühendis olursun. Daha beter olsun. Nermin
ne yapıyor? İyidir, selam ve sevgileri var. İnşallah bir dahaki sefere onu da getiririm. Sen derslerine çalışıyor musun
bakalım? Kaşlarını çattı. Amcalar bazen kaşlarını çatar: onlara güven olmaz. Süheyla’yı hatırlayacaksınız: teyzemin
gelini. Müşerref oldum. Yemekler çok güzeldi. Evin yeri de
çok güzel. Sizi gençleşmiş buldum. Benim otelde biraz çalışmam gerekiyor bu gece. Nermin’le birlikte bekleriz bir
dahaki sefere. Geliriz dedik ya, uzatmayın. Bir daha otele
inmek yok. Olur: uçakla doğru size ineriz. Binayı başınıza
yıkarız. Bir dahaki gelişinizde doğru bize inin. Darılırız.
Gitmiş kadar oldum...''
''İnsan da kişiliğini yirmi dört saat kullanamaz bir günde. Eskir. ''
''Hücreler bütün güçleriyle, dış etkenlere karşı
koyar ve vücuda girmek isteyen yabancı unsurları dışarı atmaya çalışırken değişebileceğini, onların bu kör inadını yenebileceğini düşünmek, insan için ne kadar zordu. Değişmek, kendine yabancılaşmak demekti. Dişimdeki küçük bir
oyuğun içine giren bir yemek artığına, dilim ne kadar şiddetle saldırıyor, o küçük oyuğa giremeyeceğini bildiği halde, bütün yumuşaklığıyla kendini katı duvarlara vuruyor.
Barınamazsın o kovukta yabancı, diyor. Tükürük bezleri, o
küçük parçayı eritmek, boğmak için seller akıtıyor; dil, bir
yılan gibi tekrar saldırıyor, küçük bir gedik bulup dalmaya
çalışıyor. Boğazım yutkunuyor: büyük anaforlar yaratıp
yutmak istiyor bu bilinçsiz küçük parçayı. Hepsi el birliğiyle uğraşıyorlar, kendilerini harap ediyorlar. Dilin ucu parçalanıyor, boğaz kuruyor. Amaç, canlının bütünlüğünü korumak, değişmesini önlemek. Yeni olan her şeye isyan ediyor
vücut: dünyanın en rahat yatağında ilk yattığı gece uyuyamıyor. Beyin, vücudun o korkunç diktatörü de, tutucu bir
derebeyi aslında. Gene de vücut kadar geleneklerine bağlı
değil. Bazen vücudu, yeni maceralara, bilinmeyen yaşantılara sürüklemek istiyor ve cahil hücrelerin kör başkaldırmasıyla karşılaşıyor. Emirlerini dinlemiyorlar yöneticinin: ayaklanıyorlar. ''
''Akşam, evine yorgun dönersin. Karına anlatacağın bir sürü olay birikmiştir;
içinde birtakım duygular gelişmiştir. Anlatmaya başlarsın.
Birden, içinde bir duraklama duyarsın. “Şey” engel olur sana: söyleme onu, der. Her “şey”i anlatma. Belki sözlerinin
arasında, farkında olmadan beni ele verirsin. Belki anlar:
insan bu, bilinmez. Sen gene dikkat et; her “şey”i ayrıntılı
anlatma o kadar. Bütün “şey” ayrıntılarda değil midir zaten? Ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini? Başkalarına
anlatamadıklarınla beslenir, varlığını sürdürür herhalde.
Başkalarından saklandıklarınla gelişir. Fakat, her zaman güvenebilirsin ona. Yalnız kaldığın, yalnız ve çaresiz bırakıldığın zaman, karşındakine her şeyini verdiğini ve tükendiğini
sandığın zaman (karşındaki her şeyini alıp kaçmışsa) hemen yardıma gelir: biraz daha dayan, merak etme ben yanındayım, der. Üzülme, der; her şeyini kaybetmedin: ben
varım. Belli etme zayıflığını; bunu da atlatırız.
Ayrıca, kimsenin istediği yoktur bu “şey”i. Nermin bile
farkında değil ona vermediğim “şey”in. Herkes gibi, kendi
istekleriyle ilgili, benim vermek istediklerim o kadar
önemli değil. Her şey iyi gittiği sürece, bunun önemi yok...''
''Beklenmedik hiçbir şey olmaz. Hiçbir zaman beklenmedik bir olayla karşılaşmaz insan. Olaylara rastlamamak için sen yolunu değiştirdin. Karşı kaldırıma geçtin. ''
“Büyümediği, gerçek dünyaya karışmadığı için üzülüyordu. ‘Gerçekten bucak bucak kaçıyorum,’ diyordu. Birini sıkıntıda görünce çocuk gibi ortadan kaybolmak istiyorum.
Korkaklıktan değil; kendimi onun yerine koymaktan. İnsanların karşısında bazen de o eski aptalca utangaçlığım
yüzünden dikilip kalıyorum. Gitmek gerektiği halde bir türlü uzaklaşamıyorum. Her zaman gerekenin tersini yapıyorum, çocuklar gibi. ''
“Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve
kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. Ne yapabilirim? Kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. Manava inanmadığım
halde beni aldatıyor namussuz.''
''Daha güneş doğmamıştı. Hava aydınlanıyor, çirkin teraslar, uzun teneke bacalar, birbirine girmiş çatılar yavaş yavaş
ışığa çıkıyordu. Pencerenin yanında duruyordu Turgut. Karısını uyandırmadan sessizce kalkmış, perdeyi aralamıştı;
şehrin üstüne çirkinlik yığınları çökmüştü. İçinde herkesin
küçük bir payı olan çirkinlikler. Mimarıyla, mühendisiyle,
ressamıyla, yazarıyla bütün aydınların, rahatsız olmadan bir
köşesinde yer almaya çalıştığı, bir köşesine tutunmak için
uğraştığı çirkinlikler. Her çeşit aydınıyla, yarı aydınıyla,
okumuşuyla, kendini yetiştirmişiyle, korkağıyla, gerçek
mücadelecisiyle, bu çirkin taş, beton, mozaik ve hepsinin
üstünde sarı badanalı çatı katlarına tutunmaya çalışan şekilsiz kalabalık. Bankayaonbinkoyupikiyılsonraellibinalangiller. ''
''Bir çocuk gibi çaresiz ve savunmasız kalıyordu. Üzülme Turgut, bunu karşındaki bilmiyor Turgut, biraz
gülümse Turgut, anlıyormuş gibi bak Turgut; kimse o kadar
akıllı değildir, kimse seninle korktuğun kadar ilgili değildir
Turgut diye kendine cesaret vermeye çalışıyordu. Gerçekten
de, çevresinin kendisiyle o kadar ilgili olmadığını anladı kısa zamanda. Yarıda kalan bir sözün peşinden kimse gitmiyordu. Yanlış anladığı bir sözü hemen tekrar ediyorlardı.
Demek, diyordu Turgut, kendi kendine, bugüne kadar gereğinden fazla vermişim. Almadıkları bir sürü Turgut vermişim onlara. Bu kadarıyla da idare edilebilirmiş. Eski Turgutlara acıdı. Yalnız ben yaşamışım o Turgutları demek. Ben,
bir sürü Turgut’u kendime sakladığımı sanıyordum. Gene
de fazla gelmiş onlara verdiğim. Ben de anlamamışım onları: ne onları, ne de onların beni nasıl anladığını görmemişim aslında. Verdiğimle ilgilenmişim yalnız. Ne kadar kolay
bağışlıyorlar kusurlarımı: dolayısıyla kendilerini. Neden
birlikte yaşıyoruz? Bir anlam aramamalı. Anlam kadar insanın hayatını zehir eden bir kavram yoktur. İnsan akıllı bir
görünüşle, en saçma sözleri bırakabilir çevresindeki insanların yarattığı boşluğa. ''
Yorumlar
Yorum Gönder