Bugün çocukluk arkadaşım mesaj attı, en son muhtemelen 12- 13 yaşlarında görüşmüştük. Malmö'de yaşıyormuş, evlenmiş. Gelirsen görüşelim, dedi. 
Sabah, son birkaç haftadır koordinasyonunu aldığım Avrupa'dan ve Çin'den ortakların olduğu bir proje toplantısının moderatörlüğünü yaptım, bazen Çin'de olup bitenleri hiç anlamadım, ama dert etmedim. Anlıyormuş gibi bile yapmadım. Topu oradan oraya sektirdim.
Öğlen olmuş kahvaltı bile yapmamıştım. Ev arkadaşlarım waffle ile geldi. Waffle'dan bir adam yaptım, şampanyayı portakal suyu ile karıştırıp içtim. 
Öğleden sonra bisikletimi alıp dışarı çıktım. Herkes her yerdeydi. Mağazaların önünden, içeri bakarak pedalladım. İndirim vardı, kasalarda da kuyruk.
Neredeyse iki aydır gitmediğim yerlere gittim. Sevdiğim kitapçı kapalıydı, geri döndüm. Bir küçük kız ışıklarda beklerken babasının bisikletinin arkasından bana bakıp gülümsedi. Hej, dedi. Kaskında kırmızı uğur böcekleri vardı. Yeşil yanınca babası hızla kalktı, uğur böceği kahkaha attı.
Sağıma soluma bakacağım derken iki kere kaldırıma çıkar gibi oldum. Sağdan usul usul gittim hep, başkalarının beni geçmesine izin verdim. onlarca insan solumdan vızır vızır akıp gitti.
Eve dönerken yüzüme yüzüme esti rüzgar. Vitesi dörtten üçe, sonra da ikiye çektim. Işıklara gelince neden müzik dinlemediğime şaşırdım, telefonumu evde unuttuğumu fark ettim. 
Dört aylık vejeteryan hayatımda, yine ve hep tek bir şeyi çekti canım. Sushi restoranına girdim. Akşam menüsü için çok erken, öğle paketi de bitti dediler. Marketten sushi aldım, çantama atarken vicdanım sızladı. Bugün senin doğum günün dedim kendime. Sadece belli aralıkta ve önemli günlerde sushi yiyebileceğimi kararlaştırdım. 
Eve döndüğümde Kristine film izleyelim mi, dedi. Ama şöyle komik, birazcık, duygusal olsun. Brigette Jones'un Günlüğü gibi mi diye sordum. Eternal Sunshine of the Spotless Mind gibi dedi. O basbayağı dram değil mi, diye sordum. Komik yerleri de vardı, dedi. On film bulduk, bir saat geçti, hiçbirini beğenemedik. Frances Ha izleyelim mi, dedim. Her sene en az iki kere izliyordum. Biri sorar sormaz onu öneriyordum. Filmdeki ana karakteri kendimle özdeşleştiriyordum biraz, bazı yönlerden aynıydık, izlerken gözlerimin dolduğu yerler oluyordu. Bazı yönlerden de çok farklıydık, Frances Ha'yı bir türlü anlayamıyordum. Söyleye söyleye istediğimi kabul ettirdim. Başlamadının ikinci dakikasında bu filmi çok sevdim, dedi. Film bitince Uzak doğu dinlerinden ve felsefesinden, dolunaydan, astrolojiden konuştuk. O astrolojiye dair her şeyi biliyordu. Ben yalnız kendi burcumu ve sabah ezanında doğduğumu biliyordum. Bazen benim bilmediğim ne varsa o biliyormuş gibi geliyordu. Odama dönüp telefonumun dört pencereye bölünmüş ekranında, aynı odada oturan ailemle konuştum. Dört suratın yanyanalığı hoşuma gitti. Ekren görüntüsü alıp sakladım. 
Pencereden geceye baktım. Dolunay vardı. Gece, esrarengiz şekilde, önce babamın keşfettiği gibi, kıpırtısız oluyordu hava. Gündüzün rüzgarı yerini ılık ve tatlı bir akşama bırakıyordu burada. Montumu alıp çıktım. Gündüz dinleyemediğim müzikleri dinledim. Düşündüm. Olanları ve olmakta olanları anlamaya çalıştım. Ama umutsuzluğa kapılmadım. Hayatın büyük bir anlama çabası olduğunu fark ettim. Bu çabanın ortasında da bizzat ben duruyordum. Kendimi, isteklerimi, korkularımı, bana dair her şeyi korkusuzca anlamaya çalışmam gerektiğini, çoktan böyle bir sürece girdiğimi anladım. Bu buluşumu bir yere kaydetmem gerektiğini, yoksa karamsarlığa kapıldığım anlarda umutsuzluğa kapılacağımı hatırlattım kendime. Bir sene önce korktuğum, çekindiğim ne varsa yavaş yavaş üstesinden geldiğimi, bilinmeyenin önünde sonunda bilinir olduğunu hatırlattım. Bilinmeyenden her korktuğumda şu an içinde olduğum işin, şehrin ve bugün derin sohbetler ettiğim insanların kısa süre önce bilinmeyenin bir parçası  olduğunu hatırlamam gerektiğini düşündüm. 
Eve döndüm. Sevdiğim limonlu yeşil çaydan yaptım. Hep istediğim ama almaya nedense tenezzül etmediğim ukulele dinlemeye başladım. Düşünceleri takip etmenin, hatırlamanın en iyi yolunun yine yazmak olduğuna karar verdim, yazdım. 
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf