24 yaş- büyümek

14-15 yaşlarındayken tuttuğum günlüklerin ana teması, zevklerimin, beğenilerimin, okuduğum kitapların değişmesiydi. Israrla ve ısrarla artık büyüdüm deyip büyüdüğümü kanıtlamaya çalışıyordum kendime.

Büyüyorsun elbette. Her yeni yıl yeni yaşanmışlıklar katıyor. Artık nerede nasıl duracağını daha bir kestirebiliyorsun. Kendini tanımaya, bu yeni kişiye alışmaya, güvenmeye çalışıyorsun. Ama 20 li yaşlara kadar akıl sır erdiremiyorsun onun yaptıklarına. Bazen fevri kararlar verip kendini ateşlere atıyor. Bazen demir gibi sağlam,  yıkılmaz duruyor küçük ellerine, narin vücuduna rağmen. Şaşırtıyor seni. Diyorsun ki bu kıza bir şey olmaz,  kolay kolay üzülmez.. Sonra ansızın mevsim değişiyor baharı yaşayamadan dolulara yakalanıyorsun. En sağlam sandığın yer, kalbin, savunmasız kalıyor mevsim değişikliğine. O zaman anlıyosun kırılmaz zannettiğinin dolunun altında sağlam duramadığını..Hemen o an fark ediyorsun: aklına-mantığına güven, o seni yanıltmayacak;ama kalbine çok güvenme. Çünkü o seni düşünmeden ateşlere atabilir. Canının acımasına aldırmaz. Aşkın büyüsünü, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak güzelliğini de o yaşatacak sana, çaresizliğe de onun yüzünden düşeceksin. En kötüsü de haylaz bir çocuk gibi senin sözünü hiç dinlemeyecek. Bağırsan, sustursan, duymamaya çalışsan da ısrarla fısıldayacak doğru bildiğini. Nefret edeceksin bu huyundan, kalbin isyanından.

Her geçen yıl, kalbi ve aklıyla seni şaşırtan kız da büyüyecek . Ona güvenmeye, kararlarına inanmaya alışacaksın. Belki daha az şaşırtır olacak seni. O istiyorsa bir bildiği vardır diyebileceksin gönül rahatlığıyla.
Elleri küçük kalsa da o büyümüş ,anlayacaksın. Kalbinle de eskisi kadar çatışmayacaksın artık. O kırılsa, içten içe yansa da doğru olduğuna inandığından dönmeyeceksin. Kalbine dur diyerek onu korumayı öğreneceksin kısacası. Onun da senin istediklerinin peşinden gitmesini sağlayacaksın zamanla.

Çocukken kendine ne kadar büyüdüğünü kanıtlamaya çalışsan da küçüksündür işte. Aynı taşlara ayağın takılır, aynı tümseklerde zorlanır, aynı yollarda koşarken düşersin her seferinde. Yüz kere düşsen de oyun oynamayı bırakmazsın. Nerelerde düştüğüne, neden hep aynı taşa takıldığına aldırmazsın. Canın iki gün yanar üçüncü gün yüzün güler çünkü. Ama Büyümek, öğrendiklerini unutmamak demek. Ayağının takıldığı taşları tanıyıp o taşları görünce yolunu değiştirmeyi öğrenmek demek..Çünkü büyüdüğünde dizlerindeki yaralar öyle kolay kapanmıyor; ağlayıp annene şikayet edemiyorsun seni üzenleri. Yüzün öyle çabuk gülmez oluyor. Küçükken herkesin kalbini pırlanta gibi gören gözlerin artık sana insanların içini, niyetlerini, bencilliğini gösteriyor. Hata yapma lüksün olmadığını, her hatada yara alanın sen olacağını anlıyorsun. O yüzden kalbinle aklının dengesini kurmayı öğreniyorsun. Üzülsen de bazen sapasağlam duruyorsun kararlarının arkasında. Güçlüyüm demeyi değil gerçekten güçlü olabilmeyi öğreniyorsun. 

Oyunlar oynamak, kimsenin bulamayacağı yerlere saklanmak, küsüp gitmek tehlikeli artık. Oyunlar eskisi gibi zevkli, ayrılıklar ertesi gün yeni bir oyunda buluşmak üzere değil; küsmelerinin ve küstürdüklerinin telafisi yok bazen. Oyunların konusu aldatma, kıskançlık yöntemi hırs, para, güç; küçükken hiçbirimizin minnet etmediği bir saat daha sokakta oynamaya kesinlikle değişeceğimiz şeyler yani. O yüzden oyunlar artık yorucu, hiç bize göre değil.
24 yaşındayken tuttuğum günlüklerin ana teması da işte bu herhalde

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf