Kazuo Ishiguro- Öksüzlüğümüz


Kazuo Ishiguro 1954 yılında Nagasaki Japonya'da doğmuş, 5 yaşından itibaren İngiltere'de yaşadığı için İngiliz yazar ve yönetmen olarak da anılıyor. Kendisini İngiliz mi Japon mu hissettiği sorulduğunda: ''İnsanlar üçte iki bir şey, gerisi başka bir şey değil. Mizaç, kişilik ve bakış açısı böyle bölünmüyor...'' demiş. Yazar bu yıl Edebiyat Nobel'ini kazandı. 
Onu okumaya yanlış bir kitapla başlamışım. 11 romanı arasında en kötü eleştiriler alan kitabı Öksüzlüğümüz. Bu eleştirileri, okumaya başlamadan görmediğim için okuma süresince etkilenmedim. Ama neden sonuç ilişkisinde çoğu yerde karşıma çıkan tutarsızlık, bazı karakterlerin öylesineymiş hissiyle anılıp bırakılması rahatsız olduğum noktalardı. Bunlara rağmen merak ettiren bir hikaye, akıcı bir üslup var. Son zamanlarda akıcı romanlar okumayı tercih ediyorum. Film izliyor gibi hissetmek ve heyecanlanmak iki temel kriterim Kasım ayı için. 
Öksüzlüğümüz Ishiguro ile en iyi tanışma yöntemi değil belki. Yine de yazarın bellek, hatıralar, tarih konularındaki hassasiyetini hissettiriyor. Kitapta çocukluğunu Şangay'da geçirmiş İngiliz bir dedektif olan Christopher Banks'in kendi anlatımıyla hikayesine odaklanıyoruz. Çok katmanlı bir hikaye; aşk, vazgeçiş, Çin- Japon savaşı, çocukluk arkadaşı ve çocukluğa duyulan özlem var.
Önce Banks'in Japon arkadaşı Akiro ile Şangay'da oynadığı dedektifçilik oyununu, annesiyle ilişkisini öğreniyoruz. Daha sonra Şangay'daki evlerinde tüm düzeni bozulan Christopher Londra'ya gidiyor, orada eğitim alıyor ve ünlü bir dedektif olmayı hayal ediyor. Sonunda hayallerine kavuşacak Christopher, Şangay'a dönüp yıllar önce ortadan kaybolan annesiyle babasını kurtarmaya çalışırken bir yandan da bu olayın Çin- Japon savaşında kritik bir çözüm fırsatı olduğuna inanacak. Kitapta en çok bu kısım beni rahatsız etti. Yıllarca Şangay'a bizzat giderek bir hamle yapmayan Christopher annesiyle babasının yirmi yıldır aynı sığınakta tutulduğunu zannediyor. Bu olayla savaş arasında direkt bağlantı kuruyor. Arkadaşı Akira ile karşılaştığını sanıyor yıllar sonra tam da savaşın ortasında. Bu zihin karışıklığı kısmı, eğer anlatılmak istenen buysa, daha iyi anlatılabilirdi. Christopher'ın duygusal iniş çıkışları, geçmişin hayaletleri kafasını karıştırdıysa eğer bunu şüphe kalmayacak şekilde hissetmeliydik. Çoğu yerde baş kahramanın ciddiyetinden ötürü her şeyi ciddiye aldığımı, yazarın yapmak istediğini belki de bu yüzden gösteremediğini fark ettim.  Aşık olduğu Sarah önce deli dolu bir karakterken bir anda Christopher'a tutarlı davranmaya başlayan, neredeyse aşık bir kadına dönüştü. Sarah aslında nasıl bir kadın? Christopher ona ne ara aşık oldu? Bunlar neden ve nasıl olduğunu bir türlü anlayamadığım gelişmeler. İşin garibi, tüm bunlar okurken oldukça rahatsız etse de merak etmekten kurtulamadım ve yazarın anlatımına hayran kaldım. İçten içe bu kadar çok eleştirip aynı zamanda diğer kitaplarını çok merak ettiğim başka bir yazar yoktur herhalde. 
Ishiguro'ya bu ay  ''Beni Asla Bırakma'' ile devam edeceğim. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf