Çoksatan Okumak




Geçen sene böyle kitaplar okuyacaksın deseler inanmazdım. Benim edebiyattan saymadığım, aklımı zorlamayan, yalnız duygulara hitap eden kitaplar olduğunu düşünüyordum. Sonra bir arkadaş grubunun arasına düştüm, kitaplar elden ele dolanıyordu. Bir kere ucundan tutunca kapılıp gittim. Pişman da olmadım aslında, böyle duygularda sürüklenmeye ve bunlar üzerine düşünmeye ihtiyacım varmış.
Son olarak Normal People'ı okudum, dizisiyle neredeyse aynıydı. Galiba ilk defa bir diziyi kitaptan daha çok beğendim. Kitaptaki basit anlatımı, kısa cümleleri sevsem de ikili arasında romantik bağı ve cinsel çekimi dizide daha iyi hissettim. Kitapta Marianne'ı daha az gösterişli canlandırmıştım, ama malum diziler güzel kadın üzerinden ilerlemek zorunda ki izleyiciyi çeksin. Dizideki Marianne bence çok duru bir güzellikteydi. O yüzden onu lisede çirkin bulmalarını, kendini de sürekli çirkin zannetmesini anlayamadım. Kitaptaki kız üniversiteye başladıktan sonra her anlamda dönüşüme uğruyordu ki bence burası daha doğru. Eski fotoğraflarına bakan kadın- erkek herkes, lise son ile üniversite bir arasındaki uçurumunu  fark edecektir. Havasından mı suyundan mı nedir, üniversiteye başlayınca bir haller oluyor insana.
Cornell kitapta çok daha yakışıklıyken, dizide karizmatik ve çekiciydi, yakışıklılığıyla değil naif karakteri ve kemikli burnu ile ön plana çıkıyordu. (İyi seçim)
İzlerken ve okurken, o yaştaki halimi unutup ikisine de kendi kendime öğütler verdim. Neden bir türlü düzgün bir iletişim kuramıyorlardı. Neden söylemek istediklerini açıkça söyleyemiyor, yanlış anlaşılmalar yüzünden ayrılıyor, bir daha da kolay kolay biraraya gelmiyorlardı. Demek hayatlarımızı uzaktan izleme fırsatımız olsa biz de kendimize çok şaşıracağız.
Sonra 17 yaşımı hatırladım. Aşık olduğunda insanın nasıl gururla, özgüvensizlikle dolduğunu, neyi nasıl söyleyeceğini bilemediğini, çoğu konuda hiçbir fikri olmadığını, olacakları kestirmek konusunda en zayıf yaşta olduğunu... Ben de ilk aşık olduğumda onunla evleneceğim sanıyordum. Evlenmeyi hayal etmiyordum ama hissettiğim güçlü duyguların karşılığının böyle büyük bir şeyler olacağından emindim. Evlilik gözüme o zamanlar büyük görünüyordu. Azıcık kalbim kırılsın, kalbimi kırdın demeye de dilim varmıyordu ama. Hele ki nedenini söylemek, öleyim daha iyi. Marianne da buna benzer şeyler söylüyor ara sıra.  Aile içi şiddete maruz kaldığını saklıyor, Cornell bana neden anlatmadın diye sorunca, artık beni sevmezsin sandım, diyor. Çocukken aşkı tek kelime ile uçup gidecek bir şey zannediyoruz. Birinin kırılmış, örselenmiş olması aşkta ondan vazgeçilmesine değil, daha çok sevilmesine yol açıyor oysa. Bu da büyüdükçe öğrenilen bir şey. Mükemmeli aramadığını, mükemmeli sevmediğini, bir yerde yarası olana, aynı yerden kanadığına inandığı kişiye aşık oluyor insan, ona bağlanıyor. 
Marianne ve Cornell bunu da tecrübe ederek öğreniyorlar. Seneler içinde birbirlerini korumayı, birbirlerine en gizli duygularını anlatmayı öğreniyorlar. Sevgiliden önce arkadaş oluyorlar, bu süreçte de aşkları hiç bitmiyor. Bu kısım bana pek gerçekçi gelmedi. Çocukluktan beri aşık olduğun, hala sevdiğin, ama artık (güya) sadece arkadaşın olan kadın sana, yeni erkek arkadaşının sado-mazo eğilimleri olduğunu anlatıyor. Seninse tek yaptığın içten içe acı çekerken daha fazla soru sormak. Bu sahnede Cornell gerçek Cornell'liğini gösterdi. Hatta sanırım onu o andan sonra sevmeye başladım. İmkansıza yakın bir şeyi başararak,  ne kadar uç bir haberle gelirse gelsin Marianne'i  olduğu gibi kabul etti. Ona sevgisi hiç bitmedi. Bununla ne uğraşacağım, başkalarıyla ne halt ederse etsin demedi (Ben bile içimden demiştim, o sıra Cornell'ci olduğum için). Bu da büyüdükçe unuttuğumuz bir şey, birini koşulsuz şartsız sevebilmek. En gizli arzuları, katlanılamayacak gibi görünen yönleri çıksa da onu hala o olarak görebilmek. Fazla insan tanımakla alakalı sanırım, bir süre sonra kimse kimsenin absürtlüğüyle uğraşacak takat bulamıyor kendinde. O emek, o güç, o bağ 17 yaşına ait. Ne yaparsan yap seni sevecek kişiyle karşılaşmak yaş aldıkça azalan bir olasılık. 
Bu basit görünen ilişkiyi bu kadar çok okunan ve izlenen noktaya getiren de bu sanırım. Çoğu insanın katlanamayacağına ikisinin de diğeri söz konusu olduğunda katlanmaları. 
 Cornell, Marianne ile saçma bir yanlış anlaşma sonucu ayrıldıktan sonra ,bir seneden fazla süre başka bir kızla sevgili oldu mesela. Yolları buna rağmen ayrılmadı. Marianne pek bayılmasa da kızla arkadaş oldu, ama biz okuyanlar olarak biliyorduk ki zaten o ikisi birbirini seviyordu. Peki diğerleri neden arada kaynadı? Marianne ve Cornell'in ne olursa olsun, araya hangi sado-mazolar, yetenekli tıp öğrencileri girerse girsin sonunda birbirlerini bulacaklarını göstermek için. Şu ilişkinin bir örneğini ya da yakınını hiç kimsede duymadım. Biz daha ayrıldıktan sonra arkadaş olma konusunu bile konuşamıyoruz ki nerede onun yeni sevgilisiyle arkadaş olmak. Gerçekten bir anket yapsam ve Öleyim daha iyi seçeneğini koysam yüzde 90'dan fazla oy alır. Yüzde dokuzu arkadaş kalmak belki de yeni sevgilisi ne alaka'ya oy verir. Kalan yüzde bir de işte Cornell ve Marianne.
Bu kitaplara bu sebeple öfkeleniyorum biraz. Yazarın fantezi dünyasını gerçekmiş gibi arzu etmemizi sağlıyor. Şu an yeryüzünde kaç kız Cornell tarafından sevilmeyi arzuluyordur. Kaç erkek lisedeki hödüklüğüne rağmen, Marianne'in sessizliği ve ağırbaşlılığına benzer bir  kabullenişi, sevilmeyi arada da mis gibi sevişmeyi arzuluyordur. 
Şu diziden sonra burada konuştuğum en az dört kadın bu zamana kadar aşk yaşamadığına ikna oldu. Çünkü aşk o ikisinin arasında olduğu gibi tutkulu, vazgeçilmez, dönüp dolaşıp ona koştuğun bir şey olmalıydı. Bilmiyorum bunun ne kadarı doğru. Kimin birine verecek bunca sabrı, özverisi, daha önemlisi, defalarca yeni baştan kırılma gücü var. Belki on yedi yaşında olsaydı, evet. İdealize edilmiş aşk ve ilişki şeklini, biz roman kahramanı olmayan insanları yetersiz ve eksik hissettirdiği için sevmiyorum. (İyi ki sevmiyormuşum kitabını da dizisini de bir çırpıda bitirdim)
Yani aşık olduğunuz adam bir buçuk sene gözünüzün önünde güzel bir tıp öğrencisiyle çıksın, adını ağzından düşürmesin, aşığım da aşığım desin, onu hala eskisi gibi sevmeye devam edin, sonra tıp öğrencisi kızın hikayeden kendi rızasıyla çekilmesini bekleyin, nihayet malzemeler bir araya gelince de bilmem kaçıncı defa yeniden sevgili olun da hepimiz ortaya sağlıklı bir ilişki çıkıyor mu çıkmıyor mu görelim. İki taraftan birinin akıl sağlığı hayli yıpranacaktır. İşte bu da Normal People'ın bize gösterdiği ideal aşk. Burada gayriciddi yorumumu sonlandırıyorum. Çoksatanlara böyle yorumlar köşemizin sonuna geldik. Bir sonraki kitabımız ''I love Dick'' (ironisiz)  





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf