İstanbul


Bugün aylar sonra ilk defa İstanbul'u özledim. 3 İspanyol kadınla bir parkta oturuyordum. Bir ara aralarında İspanyolca konuşmaya başladılar. Buradaki kadınlardan çok farklılardı. Hepsinin makyajı yerinde, saçları yapılı, gözlerinin içi parlıyordu. Ellerini  kullanışlarından, İspanyolcanın güzel ritminden hararetli bir şey konuştuklarını fark ettim. Bir Almodovar filmindeymiş gibi izledim. Özür dileyip İngilizceye döndüler. Büyü bozuldu. Ne olup bittiğini anlamamak ama bir şeyler olup bittiğini anlamak, sadece izlemek çok güzeldi. Bıraksalar saatlerce üçünün heyecanlı konuşmasını, birbirlerinin lafını keserek ve her seferinde sesini biraz daha yükselterek gülmelerini izleyebilirdim. Bu üç hayat dolu kadını izlerken onlara ait bir şey gördüm. Başka kültürde benzeri olmayan, kimsenin taklit edemeyeceği, sadece onlarda güzel duran bir şey. Hissettiğim bu duygu her neyse çok hoşuma gitti. Burada yaşamaları ama buralı olmamaları, buralı olmayı yüksek sesleri, jestleri ve mimikleriyle reddetmeleri hoşuma gitti.
Ben de buralı değilim diye düşündüm. Burayı seviyorum ama kırk yıl da yaşasam buralı olamam, olmak da istemem. Elimi kolumu heyecanla kullanmak isterim ben de, çok heyecanlıysam birinin sözünü kesmek sonra özür dilemek, onun da kafaya takmayacağından emin olmak isterim. 
İspanyolları izlerken İstanbul geldi aklıma. Gecesi, gürültüsü, tozu dumanı, büyüsü, korkusu, karmaşası, denizi dinginliği, adası, kedisi, kornası, tıklım tıkış çarşısı, her yerden yükselen sesi...Bu şehir de böyle güzel diye düşündüm. Bu şehir de kendini eliyle koluyla, gürültüsü ve karmaşası ile ifade eden güzel bir İspanyol kadını. Saatlerce izleyebilir, sesinin ritmine kapılıp gidebilirsin. Dozunu aşarsan kulakların yorulur, başın ağrır. Yine de güzel bir filmdir. Kıpır kıpır. Başka yerlerde olmayan bir şeyler barındırır içinde. Çirkinliğin ardında ışıl ışıl bir köprü gizlidir. Gece tepeden boğaza bakar, kendine şaşarsın. Gördüğün her şey kendi varlığını, evrendeki yerini sorgulatır. Sonsuzluğuyla hem büyüler, hem küçücük hissettirir. Nefret eder, nefretin kadar da seversin. 
Bugün aylar sonra ilk kez İstanbul'u özledim. Ben de onca yılın ardından biraz İstanbul'a benziyor muyumdur diye düşündüm. Bana bakan da tavırlarımda bir telaş, bir heyecan, koca şehrin büyüsünü görüyor mudur. Buralardan değil ama güzel bir yerlerden diyor mudur. Kışları çok soğuk olmayan, bol bol güneş gören bir yerlerden. Ama ayaza da alışık. Biraz yıpranmış, yıpranmaya alışmış. Gözünü dört açmış önceleri.  Sonra boşvermiş. İstiklal'den tünele sallana sallana yürümüş. Sokaklarına tünemiş, sokaklarında üzülmüş. Sokaklarında aşık olmuş, sokaklarında kadınlarla omuz omuza durmuş. Son vapura, son otobüse, son metroya yetişmiş. Kaybolmuş. Yüz kez geçtiği sokaklarda hem de. Tekrar tekrar kaybolup yeniden kendini bulmuş. Yollar girintili çıkıntılı, kaldırım taşları su sıçratıyormuş geldiği yerde. Attığı adımın hesabı soruluyormuş. Özgürlüğü için savaşmak zorunda kalıyormuş. Agresifmiş biraz o yüzden, hatta katı. Nuh diyor peygamber demiyormuş. İstanbul biraz böyle bir şehirmiş çünkü. Güzelliğiyle kendine hayran bırakır, canı istemedi mi gözünün yaşına bakmazmış. Böyle olduğu için tek, böyle olduğu için yeryüzündeki bütün şehirler gibi eşsizmiş. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Fransız kadınları epilasyon yapmaz

la vie d'Adele

Deniz Feneri - Virginia Woolf